29 Ekim 2011 Cumartesi

Günün Düşündürdükleri 30 Ekim 2011

Yürek ne ister? Benim yüreğim ne ister?

Bu akşam dostlarla birlikte zaman geçirdik. Sohbetin bir noktasında kendimi bir arkadaşıma şu soruyu sorarken duydum: “Niye bunu yapmak istiyorsun?” “Bilmiyorum” diye cevap geldi. Soruyu bir iki kez daha yineledim. Yine aynı cevabı aldım. Yüreğim buruldu. Yaptığı birşeyden niye keyif aldığını bilmemenin nasıl bir kayıp olduğunu düşünüverdim. Halbuki onu bulmak, tanımak için zaman ayrılsa, benzer keyif verecek daha neler yapılabilir kim bilir.  Tesadüfen yaşanan şeylere yüreğim buruldu. Yüreğim ne ister? Benim için kıymetli olan herkesin, ailemin, dostlarımın zamanlarının kıymetini çok çok bilmesini ister. Bilmezlerse ne olur? Benim yüreğim  ancak burulur. Dinlerlerse anlatmak olur. Gerisi onların sorumluluğu.

Biraz geriye gideyim. 2 gün Sinan Erdem Spor Tesisi’inde WTA Kadınlar Tenis Şampiyonasını izledim. Büyülendim. Karşımda kanlı, canlı, puan sıralamasına göre dünyanın en iyi kadın tenis oyuncuları  var. Onları izleyince niye kortta onlar var, çok kolay anlaşılıyor Başarı yalnızca kabiliyet ile gelmiyor. Karşımda adanmışlık vardı, zihnini yönetebilme vardı, zihin ve yürek arasında birbirini anlama ve kabul etme vardı. Karşındakinden kendini koruyabilmek vardı. İç güçlerini nasıl farklı oranlarda yönetebildiklerini, bunun performanslarına nasıl yansıdığını gördüm. Hele sonraki iki gün maçları televizyonda seyretmeye devam ettiğim zaman, tüm bu farkındalığın üzerine birde yüz ifadelerini ve gözlerini de görünce yapabilen ile yapamayanın farkının ne gibi sonuçlar doğurduğunu daha da iyi anladım. Yüreğim ne ister? Yüreğim, ailemin ve dostlarımın kendilerini yönetebilecek kadar çok kendilerini tanımalarını ister. Başkalarının yarattığı etkilerin onları nasıl yönlendirdiğini farketmelerini ister. Ne zaman güçlüler, ne zaman olumsuz etkileniyorlar, ne zaman haz alıyorlar, bunu farketmelerini ister.  Sevdiklerim bunu anlamadığı zaman benim yüreğim burulur.

Biraz daha geriye gideyim. Birbirine geçmiş fırtınalar yaşadık hepimiz geçtiğimiz iki haftada. Askerlerimiz şehit oldu. Deprem oldu. Çok farklı tepkiler göstersek de hepimiz çok etkilendik. Kızdık, üzüldük ve biliyorum ki çoğumuz çok korktuk. Doğru olmadığını düşündüğümüz herşeye tepki gösterdik. Dönüp baktığımda geçmişte de benzer olaylara benzer tepkiler göstermişiz. Sonra da rahatlayıp sakinleşmişiz. Sonra sadece konuşmuşuz. Sonrada herşey çok tanıdık gelmeye başladığı için çoğumuz konuşmayı da bırakmışız. Ama çözüm getirecek, sabır ve özveri gerektiren hiç bir şey yapmamışız. Çevremde elini taşın altına koyan kimse göremiyorum. Yüreğim buruluyor. Sevdiklerimin sergilediği bu bencillik ve tembellik yüreğimi buruyor.  

Benim yüreğim çaba görmek ister. Benim yüreğim burulmamak ister. 

23 Ekim 2011 Pazar

Günün Düşündürdükleri 23 Ekim 2011

Çok kızgınım çok.

Bu kadar aptal bir millet olduğumuz için. Hatalarımızdan hiç bir şey öğrenmediğimiz için. Tembel olduğumuz için. Kafamızı kullanmayıp başkalarının söylediklerinin peşinden koyun gibi gittiğimiz için. İletişim kurmayı beceremediğimiz için. Birbirimizi dinlemeyi bilmediğimiz için. Başkalarının duygularını, ihtiyaçlarını hiç farketmediğimiz için. Burnumuzun biraz ilerisine bakmak zahmetine katlanmayan insanlar olduğumuz için. İnsanlara değer vermediğimiz için. Ve en kötüsü bütün bunları etrafımdaki “okumuş” insanlarda da gördüğüm için.

Kızgınlığı patlatan Van’daki deprem haberi oldu. İzledikçe içim köpürüyor. 5. Kat 1.kata inmiş. Yalova hikayelerini hatırlattı. Bir vatandaş “insan hayatıyla ticaret yapmışlar” diyor. Yıkılmış olan yeni bir bina. Diğeri yıkılan binada kalan eşi ve 4 aylık bebeği için ağlıyor. Büyük depremler geçirmiş bir bölgede yapılmış binaları görseniz. Kum gibi dağılmış duvarlar. Ortadan çatlamış binalar. Spikerin deyimi ile “katlar kadayıf gibi üst üste inmiş”. Kaos var. Cahilce kurtarma çabaları var. Çaresizlik var. Daha ne söyleyeyim.

Askerlerimiz şehit oldu. Bizi aptal yerine koyan basın var. Hamaset söylemleri ile duyguları körükleyen hükümetimiz var. Yanlış yerde yapıldığı belirlenmiş ama yeri değiştirilmemiş karakollar var. Bitmiş, artık sadece ismi olan istihbaratımız var. Birşey olmamış gibi yayına devam eden televizyonlarımız var. Yüreği yana analar var.

İnsanların içindeki vahşeti görmek var. Ölüye saygısızlık var. Sapla samanı birbirinden ayıramayan insanlar var. İnsanlar birbirini dinlemediği, kafalarının içindeki iç sesleri ile yaşadıkları için yanlış yöne giden konuşmalar var. Var. Var. Var.

Çok çok çok kızgınım.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Günün Düşündürdükleri 12 Ekim 2011

İnsanları seyredip, bende yarattıkları etkileri farketmek, birbirine çok benzeyen insanların görülen fotoğraflarının arkasındakini merak etmek çok farklı bir deneyim.

Bugün Akmerkez’de Remzi Kitapevi’ndeyim. Çayımı içiyorum, nefis havuçlu kekimi yedim ve etrafımdaki insanları yaşıyorum.

İlk farkettiğim, bazı insanların ses ayarının olmaması. Saygısızlar mı yoksa kulakları mı yeterince duymuyor? Yoksa kendi kendilerine sürekli olarak “ben buradayım” demek ihtiyacı mı duyuyorlar? Karşımda 2 genç kadın oturuyor. Bir tanesinin ses ayarı hiç yok. Dekorasyon anlayışı, okuduğu kitaplar (anladığından da çok emin değilim), ofisi, yaptığı iş ile ilgili fikir ve yorumlarını tüm Remzi Kitapevi şu anda dinliyor. Modaya uygun giyinmiş olmak uğruna ayağında çok komik bir ayakabı.  Güzel kıyafetini bozmuş. Ayrıca son derece özensiz, salkım saçak bir saç. İnsanın kendi dünyasının merkezi olması güzel, ama başkalarını yok saymak pahasına mı?

Birde durmadan telefonla konuşanlar var. Bir kitapevinde alışılmışın üzerinde bir hızla durmadan hareket edip dikkat dağıtıyorlar.  Bir tanesi az önce canı gönülden “Allah belanı versin” dedi. Şimdide arkamda oturan hanım, ayarsız bir sesle hocası ile konuşuyor, hasbıhal ediyor. Etrafında insanlar çalışıyor mu, kitap okumaya mı çalışıyor? Hiç umurunda değil. Doktora program kazanmış ama saygıyı içselleştirememiş.  Konuşmak istiyorlarsa 2 adım ileride kapının önüne çıksalar, kimseyi rahatsız etmeden iletişim ihtiyaçlarını giderecekler, ama heyhat. Nerede o incelik.

Birde yüksek sesle konuştukları için çocuklarını usulca uyaran bir baba var. Allah allah, nereden çıktı bu uzaylı? J