24 Ekim 2010 Pazar

Günün Düşündürdükleri 24.10.2010

Şu anda üniversitede iken ödev yazdığım zamanlardaki gibi hissediyorum. Kafamın içi dolu. Nefes alamıyorum. İçime pompayla hava sıkılmış, bu hava içimde sıkışmış gibiyim. Bilgisayarda yazı yazmak ilk defa engele takılmışım gibi geliyor. Üniversitede iken bu duruma geldiğimde küçücük odamın içinde saatlerce volta atardım. Bu durum ödevin ilk cümlesini bulana, o cümleyi yüreğimde duyana kadar sürerdi. Ondan sonra bir gecede 2000 kelimelik ödev yazılırdı. Tüm üniversite hayatım boyunca bu uygulama tüm çabama rağmen hiç değişmedi. Bu durumun ödevleri teslim etmeden 2-3 gece önce yaşandığını söylersem stres katsayımı tahmin edebilir misiniz? Nefes almadan yaşamak istiyorsanız ideal bir senarya.
Şimdide aynı fiziksel ve ruhsal durumdayım. İçim dolu. İçim sıkışmış. Paylaşmak istediklerimle ilgili birçok not almışım. Hangisini çıkaracağıma karar veremiyorum. İçim şiştikçe şişiyor. İlk cümle değil derdim bu kez. Hangi konu? diye debeleniyorum. İşin kötüsü volta atamıyorum. Dahada sıkışmış hissediyorum.
Sanırım en üstte IEFT Fuarı deneyimim var. 2 ay önce mezun olduğum Reading Üniversitesi’nden bir mail geldi. IEFT’nin  (International Education Fair of Turkey) Istanbul bacağında eski mezun olarak kendilerini desteklememin mümkün olup olmadığını soruyorlardı. (Eski mezun hakkını veren bir ifade. 1980 mezunuyum). Memnuniyetle kabul ettim. Ve bu hafta sonunu Hilton Convention Center’da kampüs hakkında bilgi vererek (30 yıl öncesinin kampüsü J) ve hafızam elverdiğince hatırladığım bir şehri anlatarak geçirdim. 30 yıl öncesinin şehri J; neyseki hızlı tren hala 25 dakikada Londra’ya gidiyor. 30 yıldır görmediğim, benden 1 yıl sonra Reading’e gelen Nil Ülken’i gördüm. Uzun uzun sohbet ettik.
Ancak bu fuardan en çok aklıma takılan standı ziyaret eden öğrencilerin bana düşündürdükleri idi. Heyecanlanmama neden olanlar, telaşlandıranlar. Çok farklı insanlarla karşılaştım. Biraz ümitsizliğe kapıldım. Kendimi çocuklarım için neleri doğru yaptım, başka neler yapmalıyım diye düşünürken yakaladım.  Eğitim sistemimiz beni hiç bu kadar ümitsiz hissettirmemişti.
Bu fuar yurtdışı eğitim ile ilgili. Standı ziyaret edenler arasında bunun ne anlama geldiği ile ilgili hiç bir fikri olmayanlar o kadar çoktu ki. Yüreğim daraldı. Biraz internet karıştırsalardı keşke gelmeden. Süpermarket gezer gibi fuar geziliyor ve raftaki ürünü bile üzecek sığlıkta sorular soruluyordu. Çoğunluk böyle olunca, gelen bilinçli bir ziyaretçi, sorduğu akıllı ve onun bilgi ihtiyacını giderecek bir soru, lezzetli ve serin bir su gibi beni mutlu etti. Bazıları (yaşları 20nin üzerinde) anne ve babalarıyla dolaşıyor ve sorular  veliler tarafından soruluyordu. Sanırım giderilen merak öğrencinin değil, velinin ihtiyaçlarına yönelikti. Buna karşılık pırıl pırıl bazı çocuklar, yanlarında velileri olsa bile kendi adlarına kendileri konuştular (çok şükür böyleleri de var). Bazı öğrencilerin kendini ifade etme becerisi nerede ise yok idi. “Hani, mesela, şey, yani .....” dolu cümlelerle birşeyler anlatmaya çalışıyor ve anlaşılmayı bekliyorlardı. Hele bazılarında ne istediğini bilmemek ve kendini ifade edememe becerisi birleştiğinde çekilen ızdırap karşılıklı oluyordu. Of ki ne of. Gençlere üniversitelerde kendilerini etkili ifade edebilmeleri için konuşma dersleri verilse ne iyi olur. Bazıları o kadar hızlı konuşuyorlardı ki. Bazıları da vurguları tamamen yanlış yerde yapıyorlardı. Bu tarzlarının, iletmek istedikleri sorunun anlaşılmasını nasıl olumsuz etkilediğinin farkında da değillerdi.
Bütün bunlara rağmen, eğitim ile ilgili sorular, elinden geldiği kadar doğru bilgi ile yardımcı olmaya çalışan danışmanlar, öğrenciler, derken inanın tekrar üniversiteye gidesim geldi. Burnumun direği sızladı.
Bu arada içimi döküp bende rahatladım. Yazabilmek ne güzel.

22 Ekim 2010 Cuma

Günün Düşündürdükleri 22.10.2010

Birkaç gündür içim yine pırpır ediyor. Birsürü duygu arasında hoplaya zıplaya dolaşıyorum. Öyle sırayla dokunmak yok. Sanki tüm duygular öne geçmek için dirsekleriyle birbirini itiştirip duruyor. Bir yavaşlıyor, bir hızlanıyor. Bunu duyup ben koşuşturdum sanmayın sakın. Ben gayet sakin ve yavaş yaşarken, içimde bir halk maratonu gerçekleşiyor.
Sonunda kendimi toparlamaya karar verdim. İlk iş olarak aklıma her geleni yazdığım, küçük, büyük tüm not kağıtlarını önüme koydum ve kendime bir yapılacaklar listesi oluşturdum. Geçmişte, böyle listelerim dönem dönem hep oldu. Yaptıklarımın üzerini çizdim. Bundan keyif aldım. Sonrada sırayla gitmeyip canımın istediğini yapmayı tercih ettiğim için elimde üzeri karalanmış, ama arada karalanmamış maddeler olan birçok düzensiz sayfa ile kalakaldım. Eh zaten serde dağınıklık var (kafam 52 yıldır bu konuda toparlanmaya direniyor), sıkılıp liste yapmamaya başladım.  Oysa bu sefer teknolojinin nimetlerinden faydalanarak listemi bilgisayarda yarattım. Altına da Gerçekleşenler bölümü açtım. Yaptıkça kes – yapıştır mantığı ile 2 gündür yaşıyorum. Bu sefer kararlıyım bu yöntemi çok uzun ömürlü kılmaya.
Bu arada Meral Tamer’in kitabını okudum. “Aşkolsun Kanser” güçlü bir kadının hayatından kesitleri kronolojik bir sırayla anlatıyor. Yine hayran kalınacak bir kadın. Meral Tamer, Nermin Abadan Unat, Türkan Saylan gibi kadınlar, çevrelerinde olmak için çaba harcamamız gereken insanlar. Enerjileri bize biraz bulaşsa yeter. Yok yok bana yetmez. Bilgi ve deneyimlerini de istiyorum ben. Hayata bakışlarından da çok şey öğrenmek istiyorum. Onlarla birlikte koşabilmek istiyorum. Çok istiyorum hemde. Kitaba geri döneyim. Hayat dersi adeta. Her noktası örnek olarak anlatılabilecek bir mücadele ve hayatına sahip çıkma. Ayrıca kansere bakış açısı, sağlığa yaklaşım. Çok şey öğretiyor. Bu kitabıda herkese öneriyorum.
 Bu yazı öyle yazıldı sanmayın sakın. Facebook’ta Didem Gürcüoğlu Tekay’a mesaj yazıyordum. Türk kahvesi içerken çekilmiş bir fotoğrafı var. Nasıl kahve kokusu aldım fotoğrafa bakarken. Hemen kendime bir Türk kahvesi yaptım ve yazmaya başladım. Gerisi kendiliğinden oldu. Sonra kendi falıma baktım. Bir hareket, bir hareket, sormayın gitsin.

19 Ekim 2010 Salı

Günün Düşündürdükleri 19.10.2010

Çok ara vermişim.
Yorgun hisettiğim, sürüklenerek yaşamayı tercih ettiğim bir hafta geçirdim. Sürüklenerek yaşadığım zaman da, seçerek yaşadığım günler gibi fazla hızlı geçiyor. En son Salı günü birşeyler karalamışım. Yine Salı oldu. Bu kez farklı bir Salı. Hava hala gri, Hava ısısı garip. Kalorifer yanmıyor. Ben üşüyorum. Ancaaaak kendimi çok enerjik hisediyorum. Kafamda fikirler yine uçuşmaya başladı. Not defter çıktı. Yine bir ömre yetecek notlar alındı. Kafamın içinde fikirler hoplaya zıplaya dolaşıyor. En güzeli kitap bitti.
Güçlü, savaşçı, pes etmeyen yaşama sıkı sıkı bağlı, dolu dolu yaşayan insanlara, özellikle kadınlara anlatamadığım bir hayranlık duyarım. Keyifle, yorulmadan, inançla hayatlarının her anını değerlendirirler. Söylenmek yok, şikayet yok, homurdanma yok, başkalarını suçlama yok. Yüreklerini titreten ne ise hedefe kilitlenirler (bazen hedeflere) ve mucizeler yaratırlar. Kendileri, çevreleri, dokundukları herşey için.
Son idolüm Nermin Abadan Unat. Sedef Kabaş’ın “Hayatını Seçen Kadın” adıyla kitaplaştırdığı söyleşiyi su içer gibi, nefes almadan, hayran kalarak okudum. Hayat böyle yaşanır. Böyle mücadele edilir ve mücadeleden zevk alınır. Böyle sevilir. Bu kitabı yalnız kadınlara değil, herkese öneriyorum. Şikayet eden herkese ise zorunlu okuma kılınmalı. Yürekten istemenin, hayatını başkalarının eline bırakmamanın, kendini sürekli geliştirmenin, çevre ile severek paylaşmanın en güzel örneklerinden bir yaşam. Bunları okuyup kolay bir hayat yaşadığını sanmayın Nermin Hanım’ın. Çok insan anlatılan zorlukların daha başında pes eder. Yıkılır, mahvolur. Karalar bağlar, kendine acır. Velhasıl kurban rolüne hemen girer. Fakat Nermin Hanım hayatının iplerini eline almış. Bu yaşta dahi hep bir adım daha öne gitmenin peşinde üretiyor. Evrenin ona bahşettiği yaşamı fazlası ile geri veriyor. Ve her adımda aldığı hazzı iletmeyi başarıyor.
Ders gibi bir kitap. Yüreğimi titreten bir ders. Öğrencisi olmadım fakat bu kitaptan da çok şey öğrendim.
Sedef Kabaş’a bu çalışması için, Nermin Abadan Unat’a hayatını böyle sahiplenerek yaşadığı ve bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederim.

Günün Düşündürdükleri 12.10.2010

7 Eylül’den beri Okay Temiz Ritm Atölyesi’nde ritm derslerine katılıyorum. Zor, çok zor. Bir o kadarda keyifli. Belki de yolun başında olmanın verdiği bir yanı da, şaşırmamak için çok yoğun odaklanma gerekliliği. Okay Hoca’nın dediği gibi “meditatif” bir yönü var. Ders bitimi eve dönerken bunun doğruluğunu farkettim. Bugün bilemediğim bir nedenle çok yorgundum. Gitmemeyi düşünecek kadar. Hava yine gri paltosunu giymiş, insanda enerji bırakmıyor. Herşey için ilave çaba harcamak zorunda hissettiğim bir gün. Yoga bile fayda etmedi. Buna karşılık 2 saat şaşırmadan ritm tutturmaya çalışmak vitamin C etkisi yaptı. Müziğin mucizevi etkisi ile ilgili deneyimle öğrenilmiş bir bilgi işte.

Günün Düşündürdükleri 11.10.2010

Dolu dolu geçen bir gün. Dostlar ile dolu bir gün. Planlanmış, planlanmamış karşılaşmalar.  Beni çok besleyen, paylaşım dolu bir gün.
Çok tempolu başladı. Müşterisini azarlayarak konuşan, iletişim becerisi yoksunu, mutsuz bakışlı bir güzellik uzmanı ile başladı aslında. Eskiden sinirlenirdim. Bugün onun için üzüldüm, çünkü neler yansıttığının farkında bile değildi.
Sonra keyifli bir Kanyon öğleden sonrası. Önce Remzi Kitapevi geleneksel ziyareti. Meral Tamer’in kitabını aldım. Ve 2 tane Louise Hay. Bu ara yine okuyabileceğimden fazla kitap alıyorum. O kadar çok bana hitap eden kitap var ki. Aldıklarımı hiç bitirebilecek miyim bilemiyorum.Ardından bir can dostu ile yenen güzel bir öğle yemeği. Bakışlarımı çözebilen insanlarla konuşabilmek, duygularımı onlara aktarabilmek, üstelikte bunu sonsuz bir güven duygusu ile yapabilmek büyük bir lütuf.
Sonra Semih Bey ile yıllar sonra karşılaşma. Ne hatıralar geri geldi. Bütün JTI yılları. İlk yıllarda satış ekibi ondan ne çok çekinirdi. Çok keyifle içilen çaylar. 5 yılın hızlı bir özeti. Yetmedi. Birdaha yapmak gerekli. Çok güzel yıllardı. Çok şey kattı bana. Ah JTI. Müthiş bir okuldu. Orada geçen 14 yıla ne çok şey sığdı. Ne çok şey öğrendim. Ne kadar büyüdüm orada. Dostluklar, arkadaşlar, mücadele ve saymakla bitmeyen hayat dersleri.
Bu tempoda yoğun bir final. İstanbul trafiğinde Anadolu yakasına geçmek ve Şiddetsiz İletişim Grubu ile aylar sonra yine müthiş bir zaman geçirmek. Ne ekipmiş. Aramızda olsaydınız eğitimimiz niçin 2 yerine 3 gün sürdü, niçin o kadar yoğundu anlardınız. Müthiş kadınlar grubu. Eğitimden sonra neler yaptığımızı anlatmak 6 kişi için 3 saat sürdü. Herkesin son 5 ayı yoğun, dolu ve müthiş geçmiş. Enerji inanılmazdı.
Dolu dolu geçen bir günün sonuna geldim. Her yeni gün yeni duygular yaşatıyor, yeni düşünceler doğuruyor. Ne güzel. Bakalım yarın neler getirecek?

Günün Düşündürdükleri 10.10.2010

Dostluk nedir? diye bugün aklıma bir soru düştü. Çünkü bu sabahı bir dostumla geçirdim. Ne zaman bir araya gelsek, derdi dahi olsa, etrafını, özellikle beni tarafsız dinleyebilen, söylediklerimi dinleyip duygu ve veriyi ayrıştırabilen, dolayısı ile hayatın getirdikleri her ne ise onları daha dik omuzlar ile ve daha hafif bir ruh haliyle karşılamama bilmeden destek veren bir insan.
Onu ve diğer “dost” olarak nitelendirdiğim kişileri düşündüm. Ben onları niçin bu sıfat ile ödüllendirdim? İlk aklıma gelen de beni hiç yargılamadıkları oldu. Sonra beni olduğum gibi kabul ettikleri, sonra beni duydukları, sonra gitmek istediğim yolda bana fikir verirken kendi korkularını işe hiç katmadıkları.
Yargılanmaktan oldum olası rahatsız olmuşumdur. En sevdiklerimin bile böyle davranması beni hep ürkütmüştü gençliğimde. Yargılanmamak için birşey paylaşmadığım, ilişkilerimi yüzeysel tutmayı tercih ettiğim, bu yüzden çok yorulduğum günleri bilirim. Büyümenin bir güzel tarafı da, duygularımı korumayı öğrenmek, mümkün olduğunca olanları ve söylenenleri kişisel almamak ve hayat tarzı yargılamak olan kişileri hayatımdan ayıklama cesaretini gösterebilmek.
İnsanın olduğu gibi kabul edilmesi müthiş bir duygu. Kendimi anlatmak için çaba harcamadan, yorulmadan, yine de yoğun bir şekilde kendimi paylaşabilmek insanı güçlendiren bir deneyim oluyor her seferinde. Yine aynı duygu içimde: Yargılanmamanın verdiği hürriyet  ve güç. Ayrıca cesur insanlarla çevrilmiş olmanın verdiği bir güven duygusu. Çünkü ancak cesur olanlar farklı ve değişik olan insanları, fikirleri, deneyimleri,  onları yargılamadan, oldukları gibi kabul edebiliyorlar.
Bunlar benim dostlarım. Beni tarafsız olarak dinleyip benim anlayabileceğim destekleriyle hep yanımdalar; doğrularımı görmem için bana ayna tutarak, beni dinlerken, kendilerini, korkularını heyecanlarını duyduklarına katmayarak, benimle tüm paylaşımlarında yanımda yer alarak gözümde hergün daha da büyüyen, takdir ettiğim insanlar. Sağ olun can dostlarım. Var olduğunuz için, dostum olduğunuz için çok şanslıyım.

Günün Düşündürdükleri 07.10.2010

Hayattaki en büyük ödüllerden biri insanın sevdiği işi yapabilmesi ve onu heyecanlandıran sonuçlar elde edebilmesi. Bugün öyle bir deneyim yaşadım.
Bir süredir, genç ve enerjisi bir zamanlar yüksek olan, şu anda ise yorgun bir dönemden geçen bir şirkete İnsan Kaynakları Danışmanlığı yapmaktayım. Kurumsallaşmaya karar vermiş, pırıl pırıl insanların çalıştığı bir yer. Onları dinledim. Süreçlerinde ne gibi eksikler var gözlemledim. Sonrada bunlar üzerinde çalışmaya başladık.
Hepimizin dinamikleri çok farklı, algıları çok farklı, kendimizi ifade etmek için kullandığımız dil çok farklı. Onlar yıllardır bir arada, konuşmadan, sorgulamadan birçok şeyi yapar, ve iletişim kurar hale gelmişler. İşte burada tehlike çanları çalıyor. İletişim körlüğü oluşmuş. Beraber büyürken farklılıkların getirdiği yorgunluklar olmuş. Onun için yönetim becerilerinde bir körlük oluşmaya başlamış.
Yaşadığım deneyime geri gelirsek (çok dolaşmışım, kusura bakmayın), üzerinde en son çalıştığımızr süreç işe yeni başlayanlar için Oryantasyon Deneyimi oluşturmaktı. Yeni bir işe ilk başladığım günleri hep hatırlarım. En ürktüğüm günlerdir. Burada ne dil konuşulur, çalışma arkadaşları bir şeyi telaffuz ederken, yaparken ne demek istiyorlar? Bu sorular beni felç eder. Ama serde “cesur” lakabı var ya. Bunu farkettirmemek için ekstra çaba harcarım. O ilk hafta yaşadığım yorgunlukların temelinde ağırlıklı olarak hep bu yatar. Onun için oryantasyon benim hep önceliklerimden oldu. Verirken de titizlendim. Alırken de titizlik bekledim.
Burada hazırlarken bu işten sorumlu olan şirket temsilcisi arkadaşımla çok emek harcadık. Bu olayın sahiplenilmesini sağlamak, aynı dilde yalın bir şey hazırlamak darken neredeyse 1.5 aya yayılmış 6 işgünü geçirdik. Ve bu hafta işe yeni bir arkadaş başladı. İşte fırsat. Oryantasyonun yarattığı etki beklediğimizin ötesindeydi. Yeni arkadaş kendisi için hazırlanan bu sunumları, aktarmak için ayrılan zamanı, hedeflediğimiz gibi kendisine verilen kıymetin bir göstergesi olarak gördü. Bingo. Amacımız zaten bu mesajı vermek. İşe yeni bir eleman almak kolay bir süreç değil. Çalışma ortamına her bakımdan katkıda bulunacak, ve potansiyel olmasını, sizinle birlikte uzun yıllar kalmasını arzuladığınız kişiyi seçmek çok emek gerektiriyor. Bulduktan sonra onu mutlu etmeniz gerekiyor ki hep sizinle olsun.
Profesyonel ve kıymet verildiğini gösteren bir “hoşgeldin”den daha kıymetli bir başlangıç olabilir mi?
Benim ödülüm buna katkıda bulunduğumu tekrar görmekti. Çok çok büyük bir ödül oldu.

Günün Düşündürdükleri 06.10.2010

Bugün çok ağır başladı, keyifli ve mutlu bitti.
Kalın, gri palto giymiş bir gökyüzüne uyanınca dünyaya tersinden bakıyorum. İşte öyle bir sabahtı. Canım ne çalışmak, ne kitap okumak istedi. Enerjim yerlerde süründü. Baktım olacak gibi değil, kendimi attım dışarı. 2 saatlik sıkı bir yürüyüş, emin olun herkesi kendine getirir.
Günün yıldızı, 33 yıl sonra gençlik arkadaşım Nuri Koçak ile kahve içmek oldu. Gençliğimiz hakkında, Emirgan hakkında ne kadar çok anıyı, ne kadar sevgiyle saklamış. Saatlerce konuştuk. Hatırladıkça hatırladık. Koşuşturmanın içinde ne kadar çok anıyı gömmüşüm derinlere. Beni ben yapan yılları unutmuşum.
Hatırlamakta, neler yaşadığımı hisetmekte hala zorlanıyorum. Herşey bir sis perdesinin arkasında. Duygular bile gömülü. Daha çok bir araya gelmeli, daha çok konuşmalıyız. Hepimizin o yılların bilgisine ihtiyacı var. Bugünün temelinde sis perdesi arkasındaki deneyimlerimiz var. Onları gün ışığına çıkarmalıyız. Hatırlaması müthiş bir keyif. Hayatımda nadiren kullandığım “keşke......”ifadelerinden birini kullanacağım. “Keşke günlük tutsaymışım”. Eh zararın neresinden dönersen kardır. İşte” Günün Düşündürdükleri” yazıları bundan sonraki yılları unutmamamı sağlayacak.
Sonraki unutulmaz keyif, can dostum Belkıs Kazmirci ile içtiğim kahve oldu. Bilgisine, kültürüne ve özellikle cesaretine çok büyük saygı duyduğum Belkıs. İnsanın güveneceği dostu olması, hayattaki en büyük ikramiyelerden biridir. Belkıs’ta benim ikramiyelerimden biri.Belkıs yaşadığın tüm zorluklara rağmen dimdik ayaktasın ve pes etmiyorsun. Sana ancak saygı duyulur. Canım arkadaşım.
Bu kadar duygunun içinde klasik bir İstanbul manzarası: Yağmur, trafik ve araba yığını. Blok halinde duran araba yığını. Ve bir ulaşım rekoru. Levent Çarşı metro önünden, Club Sporium’a kadar 35 dakikada gidiş. Yürüsem daha hızlı giderdim. Ama bu bile keyfimi bozmadı.
Zor başlayıp, keyifli biten bir gün. Nice keyifli günlere.

Günün Düşündürdükleri 04.10.2010

Bugün yoga derslerinde kış programına başladık. Bilmeyenlere, benim için bunun anlamı Pazartesi akşam dersleri demektir. Yani çok fazla ışık yok. Daha kolay konsantre olabilmek, dinginliğime kestirmeden ulaşmak demek.
Bu kez bir de yenilik vardı. 2 yeni katılımcı. Yeni başlayanlar beni hep heyecanlandırır. Aynı dili konuşacağım, frekansımın yakın olacağı Yoga Cumhuriyeti vatandaşları artıyor anlayacağınız. Bu yılki önemli yeni vatandaşımızlarımızdan ilki İlhan Eksen. Yeri ayrı. Öncelikle ilk hocam Oya Hanım’ın eşi olduğu için. Sonra da yazdığı güzel kitaplar için. Diğer önemli vatandaşımız ise Mete arkadaşımız. Kendisi ile yıllar önce dersler Yüzme İhtisas Kulübünde yapılırken yan yana ders yapmıştık. Mete’nin de yeri ayrı. Sevgili Oya Hanım’ın yazdığı kitabın grafik tasarımını yapmıştı.
Bu dersin ayrı bir özelliği daha vardı. Genellikle yeni başlayanlar dersin temposunu bir süre için olumsuz etkiler. Onlara daha fazla açıklama yapmak gerekir, hareketleri iyi anlamaları için. Bu da benim konsantrasyonumu olumsuz etkiler. Bu ders durum farklıydı. Sanki yıllardır birlikte yoga yapıyormuşuz  gibi bir uyum vardı salonda.
Beril, bu Pazartesi akşamının dördüncü üyesi idi. Taze yoga hocası Beril. Ne kadar haz alarak derse katılıyordu. Bu yaz katıldığı kurs onu ne kadar daha da olgunlaştırmış. Beril ile birlikte ders yapmak çok keyifli. Ders su gibi akıyor.
Ve sevgili Tina. Yıllar önce yanyana yoga yaptığım arkadaşım. Gurur duyduğum hocam. Ne kadar yol aldın. Yoga’yı ne kadar içselleştirdin. Senin öğrencin olmaktan çok keyif alıyorum.
Ne yazık ki benim için önemli bir eksik vardı.İrem’ciğim neredesin? Çok özledim. Torun sahibi olunca bizi unuttun. Gel artık.
Bana yogayı anlatmamı isteyenleri cevaplarken büyük laflar edemiyorum. Aklıma söyleyecek kitabi sözler gelmiyor. Sadece ne hissettiğimi biliyorum. O sükuneti, dinginliği, verdiği huzuru aldığı yorgunluğu anlatabiliyorum. Nasıl hissettiğimi en doğru anlatan ifadem de “Kendimi sinirleri alınmış gibi hissediyorum”.  Yoga olmasaydı hayatımın iplerini elimden kaçırabilirdim. Kaç kere sinirlenmek üzereyken kendimi diyafram nefesi alırken yakaladım. İyiki başlamışım. Sağolun Servisimin Hanım, sayenizde oldu.
Son olarak sağolasın İpek. Bize Yoga Darga gibi huzurlu bir varolma alanı yarattığın için sağol, varol.