27 Ocak 2011 Perşembe

Günün Düşündürdükleri 27 Ocak 2011

Yazmayalı bir hafta olmuş. Bugün içim çekti. Neler oldu? Neler hissettim ve düşündüm diye dönüp baktığımda, geçtiğimiz 7 gündeki tema  hep dostluktu, karşılıksız sevgi idi, paylaşmaktı, destekti J Hayat bu, mutluluk bu.

Cuma akşamı 6.5 saat süren bir keyif yaşadım. Dost sohbeti, güzel bir yemek, nefis bir şarap, şımartılmak ve hayatı paylaşmak, yüreğinden geldiği gibi. K.V. nin bir köşesi bizim. K.V. bizi şımartır. Özlem’in sohbetine doyum olmaz. Ne şanslıyım bu insanların dostluğuna sahip olduğum için, zamanlarını benimle paylaştıkları için. Hayatıma kattıkları saymakla bitmez. Listenin en başında güven ve sevgi var J

Cumartesi günü, yine bir can dostu ile paylaşılan bir öğle yemeği. Ece’ciğim, yüreğimdeki yerin bu. İstanbul’daki kısıtlı zamanında bile bu keyfi yaşadık. Bir daha bir araya geldiğimizde bu akşam yemeği olmalı ve K.V. şımartılma seansı seninle paylaşılmalı.

Sonra dostlukların, sevinç çığlıklarının, sarılmaların, gözyaşlarının dolu dolu yaşandığı bir gece. Saudia’lıların toplandığı yemek. İş hayatımın ilk 10 yılını paylaştığım dostlarım. Hayatı onlarla paylaşırken arkeolojiye dönmemeye karar verdim, hayatı onlarla paylaşırken evlendim, Kerem’i doğurdum. Yıllardır göremediğim insanlar, güzel haberler, büyüyen çocuklarımız, anılarımız, kaybettiğimiz dostlar için gözyaşlarımız. Şahika’nın zarafeti, Saide ve Lalezar’ın herkesi toparlama çabası, Ali Galip’in yüzündeki anılardan aldığı hazzı yansıtan gülümseme, Sacit'in değişmeyen neşesi ve enerjisi ve daha niceleri. Telefonla canlı bağlantı bile yaptık. Altun sesimizi duydu.  Ani’nin vefatını orada öğrendim. İçim yandı. Ama hayat bu.

Bugünde çocukluk arkadaşlarımla geçen nefis bir öğleden sonra. İstanbul’a geldiğimizde ilk arkadaş olduklarım. Sevim, sevil ve sevinç. Birlikte büyüdük. Her yaz iç içe yaşardık. Yazlık sinema seferlerimiz (15 – 20 kişi arası giderdik), çınaraltı keyiflerimiz, mahalledeki oyunlarımız. O kadar çok anı konuşuldu, o kadar çok bugün konuşuldu. Ne şanslıyız ki birbirimizden kopmadık. Uzun aralara rağmen sımsıcak, sevgi ile saklanmış anılar paylaştık. Teknolojinin nimetlerinden faydalanarak Amerika’da yaşayan küçük kardeşlerini de bu toplantıya kattık.

Eve dönerken mutluluğa yeni bir tanım ekledim: Bu güzellikleri beraber yaşayabildiğim dostlara, canlara sahip olmak. Sevgi dolu, karşılık beklemeden birbirlerine destek olan dostlar. İyi ki varsınız.
İyi ki hayatımdasınız.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Günün Düşündürdükleri 20 Ocak 2011

Maliyet yaşamdan daha önemli.

Çok acı. Ancak ülkem insanının doğaya zarar vermek ile ilgili görüşü bu.

Uzun zamandır evde biriken her türlü torbadan çok fazla rahatsızlık duyuyorum. Elimden geldiğince torba almamaya, market alışverişine giderken arabanın arkasında torba bulundurmaya, elimde torba varsa aldığım küçük boyutlu şeyleri elimdeki çantaya torbaya koymaya çalışıyorum. Evdekilerin sayısı biraz azalır gibi oldu. Yılbaşı alışverişi, disiplinde biraz gevşeme veeee…. Etraf yine torba doldu. İçim acıyor bunları doğaya salarken. Hiç olmazsa her torbayı kullanabildiğim kadar çok kullanayım, sonra çöp torbası haline getireyim diye uğraşıyorum. Nafile. Yığın yinede erimiyor.

Hiç olmazsa kağıt poşet kullanılsa diye düşünmeye başladım. Hiç olmazsa naylondan daha az zararlı, tekrar tekrar kullanılabilir dedim. Bunu satıcılarla paylaşırsam belki sahiplenme artar sandım.(hala öyle düşünüyorum). Bu sabah ilk denememi yaptım ve geri püskürtüldüm.

Sabah 9 :00da Office 1 Superstore’un Altunizade Camii karşısındaki mağazasına girdim. Evdeki makaleleri gruplayacağım, açık kenarlı klasörlere ihtiyacım vardı. Tam istediğimi buldum, kasada ödeme yaparken baktım kasiyer kocaman, kalın bir naylon poşetin içine koyuyor. Poşet tabiiki logolu. Çaresiz hissettim. Başka türlü taşıyamayacağım klasörleri. Bari şu kağıt poşet fikrimi paylaşayım dedim. Aldığım cevap “Sanırım maliyet yüksek, onun için kağıt torba kullanılmıyor”.

Doğrudur. Maliyet insanlıktan daha önemli. Çok yazık. Kendimizi, çocuklarımızı, sağlığımızı, geleceğimizi düşünemeyecek kadar miyop gözlerle bakıyoruz geleceğimize. Maliyetleri kurtaralımda, bizi boşver. Şirket kar etsin, reklam yapsın da; üzerinde logosu yazılı torbalar çöpleri doldursun, denizlerde yüzsün,sağlığımız cehaletimizden dolayı bilmediğimiz boyutlarda etkilensin  hiç önemli değil.

Yanlışı yapan sadece firmalar değil. Çevremde hiç kimse, kullandığı ve zararlı olduğunu bildiği şeyleri azaltmak, kendine önem vermek için kökten bir değişiklik yapmak için çaba harcamıyor. Hiç « torba vermeyin » diyeni duymuyorum.

Lütfen, hiç olmazsa bizler bu sorumluluğu üstlenelim. Hepimiz bir ucundan tutalım. Çözümü hep başkalarından beklersek beklediğimiz çözüm gerçekleşir mi ???

12 Ocak 2011 Çarşamba

Günün Düşündürdükleri 10 Ocak 2011

Çok eğlenceli bir durum.

Eğitim vermeye başlıyorum. Stres dizboyu. Evde temizlik var, yani benim çalışmaktan kaçmak için nedenim istediğimden çok. Sonunda doğru yolu buldum. Pılıyı pırtıyı toparladım. Ve ofisime geldim. Yani Etiler Starbucks’a. Yerimden kalkmamak için içeceklerimi de masaya dizdim ve çalışmaya başladım.

Etraf öğrenci kaynıyor. Bu kadar keyifli bir çalışma ortamı olabilir. Fonda çok güzel müzik çalıyor. Cam kenarında iki genç kız laptoplarını açmışlar, caddeye bakarak çalışıyorlar. Sütunun hemen yakınındaki koltukta sanırım öğretim görevlisi bir bey, makale okuyor. Yanımdaki masada 2 öğrenci bugün akşamki sınava çalışıyorlar. Girmedikleri derslerdeki notları birbirlerine aktarıyorlar. İnanılmaz bir enerji var havada. Herkes bir sonuca doğru ilerliyor. Bilgisini paylaşıyor. İşini yapıyor. Kitabını oluyor. Laptop açılmamış masa çok az. Baylıyorum bu ofise. Bana bir köşe ayırsalar, burada yaşarım. Hoş köşe ayırmasalarda yaşıyorum.

Oturdum, notlarımı temize çekiyorum. Şimdi onları uzun uzun yazarım, sonra uzun uzun okurum, sonra slaydları revize eder, altına notlarımı eklerim. Çok heyecanlı. Bu eğitimi en son verdiğimden beri çok zaman geçti. Eski çalışma alışkanlıklarım, öğrenme alışkanlıklarım yavaş yavaş yüzeye çıkıyor. Büyümüş, bilgi sepetine bir sürü deneyim katmış bir Yusra ve eski alışkanlıkları tanışıyorlar. Çok güzel bir deneyim. Şu anda bilgimin eksik kalma endişesi ile nasıl çok fazla şey okuduğumu, ama bunun endişeyi azaltacağına, çoğalttığını farkettim. Bu farkındalık bile notları geçirirken daha seçici olmaya başlamam ile sonuçlandı. Endişeye harcadığım enerjiyi, eğitime yeni ne katabilirime yöneltmeye başladım. Çok heyecanlıyım çok.

Mutluyum. Hayatım istediğim yönde ilerliyor. Danışmanlık çok keyifli. Yeni bir danışan ile koçluk çalışmaları başladı. Eğitim devreye giriyor. Sepet istediğim gibi doluyor.

Çok heyecanlıyım, çoooook.

7 Ocak 2011 Cuma

Günün Düşündürdükleri 07 Ocak 2011

Son zamanlarda en haz aldığım uğraşlardan biri de hocalarımın “walking meditation” yani yürüyerek  (çooook yavaş yürüyerek) meditasyon yapma çalışması. Farkındalığıma katkıları o kadar çok ki. Normal hayatın koşuşturmasında bize dokunup çok hızlı geçen bir çok duygu ve düşünce ile bu çalışma sırasında tekrar karşılaşıyorum. Onları farkedip isimlendirmek, tanıdıklarım hanesine adlarını yazarak, bir sonraki farkındalığa yer açmak, içimi ve omuzlarımı çok hafifleten bir deney.

Bugünki çalışmamda karşılaştıklarımı paylaşmak istedim. Farkettiklerimi bir mektup halinde yazmaya karar verdim. Bunun için dün akşamdan başlasam daha anlamlı olur. Koltuğun üzerinde, geleneksel kitap okuma (yani şekerlemeye geçiş) pozisyonumda, yarım  göz Grey’s Anatomi’de, yarım  göz elimdeki kitapta, diğer göz uykuya hazırlık konumundayken, telefonum çaldı ve sevdiğim bir arkadaşımın sesini duydum. Farklı bir ses, içindekini paylaşmak için tonlamada kontrol altına alınmaya çalışılan bir sabırsızlık. Çok uzatmadan sıkıntısını paylaştı. Mektubum ona.

“Canım arkadaşım,
Uyku halinde yakalanınca sana çok uzak bir tepki verdiğimin farkındayım. Gevşemiş beynimi mazur gör. Ancak bu gün uyandıktan sonra farkettim ki, konu değil, senin ses tonun, konuya yaklaşımın ve dolayısı ile kendine yaşattığın sıkıntı aklıma takılmış, hatta beni üzmüş. Yoga’da da aklıma düştün. Sonraki çalışmamda da. Sesinde çok fazla kızgınlık duydum. Paylaştığın bilgilerle örtüşmeyen bir kızgınlık. Sürekli ne kadar iyi hissettiğini anlattın.Kelimeler, söylenişleri, sesin, tonlaman, hepsi “iyi” sıfatı ile çelişki halindeydi. Ne olur kendine “çok kızgınım” diye itiraf et ve bu duyguyu içinden at. Kızgın olmakta haklı mısın, haksız mısın senin karar vereceğin bir konu. Ancak yapılanın senin şahsınla bir ilgisi yok. Birisi kendi hayatı hakkında bir karara varıyor. Olayı böyle görsen belki dün paylaştığın kadar şaşırmazsın. Başkalarının verdiği kararlar istesekte, istemesekte bize dokunur. Bu zaten bildiğin birşey. Beklenmeyen bir kararın seni kızdırmasına niye izin veriyorsun? Sen bu konularda çok yol almış bir insansın. Lütfen ileriye doğru gitmeye devam et. Sevgiler,”

Yazınca farkettim ki bu mektup hepimize. İçimizdeki duygularla yüzleşmemek ustası olmuşuz. Yüzleşsek, duygusal damgası yemekten korkuyoruz. Yüzleşsek zayıf diye tanımlayacağımız yönlerimizi göreceğiz ve egomuz feci bir darbe alacak diye hepimizin ödü kopuyor. Arada sırada egoyu susturmak iyi geliyor arkadaşlar. Yoksa ipler onun eline bir geçiyor. Başlıyor kukla gibi bizi oynatmaya.

İplerimiz kaçırmamamız dileğiyle, sağlıcakla kalın.

2 Ocak 2011 Pazar

Günün Düşündürdükleri 02 Ocak 2011

Neden içimizden geldiği gibi, duygularımı, ihtiyaçlarımı yaşamaya izin vermekten korktum?
Kerem’i uğurladık. Eve dönüp sabahın beşinde uyudum. Hedef uyanıp saat 10’daki Tai Chi dersine gitmek. Ancak heyhat, çalar saatim Ali uyandırmayı unutunca, gözümü açtım ki saat 10:30 olmuş bile.  Sonrası hisler savaşı: Yataktan fırlayıp geçte olsa gitsem mi, yoksa evimin sessizliğinde kendi kendime, oğlunu birkaç ay görmeyecek bir annenin duyguları ile yüzleşsem mi; kalkıp evi hemen eski düzenine mi soksam, yoksa duygularımla konuşup rahatlasam mı; gazeteleri ara vermeden kapaktan kapağa okusam mı yoksa hızlıca başlıklara bakıp neyi sonra okuyacağımamı  karar versem; kalkıp çay mı içsem yoksa öylece sessizliği mi dinlesem?
Bu ikilemler arasında gidip gelirken hızlı ve yoğun yaşamın bizim kendimizden kaçmayı, canımızı acıtacak duygulardan saklanmayı kolaylaştıracak yöntemleri  nasıl önümüze koyduğunu farkettim. Aslında yapmam gereken ilk ve tek şey kendimle ve şu anda içime çökmüş olan ağırlıkla yüzleşmek. Hemen. Evde herhangi bir ses ve hareket başlamadan. İçim ağır. İlk defa Kerem gittikten sonra ağlayasım geldi. İlk defa oğlumu yeteri kadar kucaklayamadım duygusu ile yaşıyorum. Halbuki 15 gün boyunca ona ne çok dokundum, sarıldım, öptüm ve en güzeli karşılığını fazlasıyla gördüm. Ama benim zihnim bundan kaçmak için elinden geleni yaptı. Huzur içinde şu ağırlığı yaşatmamak için bana elinden geleni yaptı. Sonunda taktım kulaklıkları, yine Seda Bağcan ve ben. O zihnimi susturmama yardım eder. Bu arada müziği içimide hafifletir.
Şimdi uyuyan güzelimi uyandırayım. O bana ilaç olur. Bir dokunur, bir sarılır, içim ısınıverir anında. Sonra enerji patlaması yaşar evin içinde, ona yetişmek için telef olurum. İki hır, bir gür derken Rana beni kendime getirir. Rana’nın sevgisi ve enerjisi, ayrılık hissinin hakkından gelir.
Sonra Ali gelir, televizyonu açar. Ben saklanmak isterken beni gerçek yaşama tekrar getirir. Üç kişiye yetecek, yalnız kendine ait, Pazar programını anlatır. Ben akşam yemeğini düşünmeye ve yarını planlamaya başlarım. Ve hayat böyle akar.
Çok şanslıyım. Iyiki bu çılgın aile hayatımda var. Farklı renklerde insanlar, bana bu duyguları yaşatıyorlar, hayatımı paylaşıyorlar, hayatlarını paylaşmama izin veriyorlar. Hepsine çok teşekkür ediyorum. Ailem oldukları için çok şanslıyım.