Çocukluğum Halep’te geçti. Daha doğrusu Halep – Beyrut –
İstanbul arasında. O günleri hatırladığımda içim ısınır. Halep’in sarı taş
binaları, dedemin evinin o zaman kocaman sandığım bahçesi, yaşadığımız dairenin
içindeki bisiklet turlarım, Agop Usta’nın yoğurtlu kebabı, Beyrut’taki ev,
tatillerde geldiğimiz ve sonra temelli yaşadığımız Emirgan’daki köşkün bahçesi,
yüksek tavanları ve üzerindeki işlemeler, zeytinyağlı yemeklere şeker konduğunu
gördüğüm zaman yaşadığım şaşkınlık, sabah uyanınca gördüğüm muhteşem boğaz
manzarası, içinde kaybolacağımız kadar büyük meyve ağacı ve çiçek dolu bahçe,
bahçedeki sohbet ve müzik geceleri, sonra taşındığımız apartman dairesinde
başkalarıyla yaşamayı öğrenmek, Robert Kolej’in hayatıma kattıkları, sonra
İngiltere. üniversite hayatı, yurt odam, içinden dere akan kampüs, üniversite
hayatı sonrası Etiler ve sonra hep Etiler. Sema Deniz Apartmanı’nda yaşamanın
keyfi, bahçesinin güzelliği ve son durak olarak 35 yıldır yaşadığım şimdiki
evimiz. Ali ile döşediğimiz, bizim olan yuva.
Hangisini anlatayım ki? Arada atladıklarım cabası. Hepsinin
rengi ayrı, kokusu ayrı, hatırlattığı tadlar ayrı. Bütün bunları yazınca geçen
60 yılın ne kadar zengin olduğunu fark ettim. Hep önüme bakarken geçmişi
unutmuş buluverdim kendimi.
Bana neler kattıklarına baktım. Yine sayfalar dolar. Ancak en önemlisi adapte olma
sürecinde beni sıcacık sarıp sarmalamış anılar ve onlara eşlik eden duygular
geliyor gözümün önüne. Ayrıca, yeni gelene eşlik eden bilinmeyeni daha iyi
yönetebilmek için neye ihtiyacım olduğunu her seferinde düşünüp ayakta sağlam durma
becerimi geliştirmişim. Daha güçlü kılmış beni o değişiklikler.
Bilinmezden
korkmayı bırakmışım geride (hala sevmem ya). Başka insanlara yerlere bağımlı
yaşamayı.
Bütün bunları
yaşarken yanımda hep ailem vardı. Kardeşim kadar sevdiğim, sonraki yıllarda
dostum olmuş arkadaşlarım ve kendime ayırdığım, en güvendiğim arkadaşım Yusra
ile geçirdiğim zamanlar var.