10 Mart 2019 Pazar
Kokuların Hatırlattığı
Koku deyince aklıma ilk annemin mavi kaşmir hırkası ve annemin kokusu gelir. Aradan 50 yıl geçti neredeyse ama o koku hala burnumda. Annem çok seyahat ederdi. Gittiğinde onu çok özlerdim. Halbuki beni ve kız kardeşimi hep çok sevdiğimiz akrabalarımıza emanet edilirdik. Babam veya anneannem veya teyzem. Yine de onu çok ama çok özlerdim. Çok sevdiğim bulut mavisi bir kaşmir hırkası vardı. Yokluğundaki özlemimi ona anlatınca annem çok sevdiği hırkayı bana vermişti ve ‘olmadığım zaman yatarken bunu giy’ demişti. O hırkayı yıllarca yanımda taşıdım. Yıkandığında dahi annemin kokusu hep üzerindeydi. Giydiğimde anneme sarılmış gibi hissederdim.
Unutamadığım diğer bir koku çocuklarımın bebekken nasıl koktukları. Boyunlarını kokladığımda mis gibi bir ten kokusu gelirdi burnuma. En çok özlediğim koku. Kereviz yediklerinde kereviz kokarlardı. Bunu özlemezdim. Yazın deniz kokarlardı. Kışın pudra. Onları özlediğimde hala o kokular gelir burnuma. Uzakta yaşamaları beni zorlamıyor ama tenlerinin kokusunu özlüyorum.
Ve lavanta kokusu. Bilmediğim bir nedenle bana sevgiyi, bağlılığı hatırlatıyor. Ben de lavanta kokusunu sevdim ve ona bağlandım. Çocukluğumu hatırlatıyor. Yaz / kış kıyafetlerimizin arasına, çekmecelerin ve dolapların içine lavanta torbaları konurdu. Her şey mis gibi lavanta kokardı. Hafiflik, neşe ve mutluluk geliyor aklıma lavanta kokusunu hatırlayınca. Şimdi artık başka bir şey kullanamaz oldum. Başımdan aşağı döke döke lavanta kolonyası kullanıyorum. Ve tabii ki sadece Rebul’un lavanta kolonyasını. O da benim çocukluğum ile olan başka bir bağ.
Ve Old Spice kokusu. Babam kullanırdı. Sanki dünyada başka erkek kokusu yokmuş gibi hissederdim çocukken. Sonrasında çok koku aldım babama, kocama. Keyifle, beğenerek aldım. Ancak Old Spice’ın yeri hep ayrı kaldı.
Annemin hırkasının kokusundan buraya nasıl geldim anlayamadım. Ancak bu koku yolculuğu keyif verdi.
12 Şubat 2019 Salı
Yaşadığım Yerler
Çocukluğum Halep’te geçti. Daha doğrusu Halep – Beyrut –
İstanbul arasında. O günleri hatırladığımda içim ısınır. Halep’in sarı taş
binaları, dedemin evinin o zaman kocaman sandığım bahçesi, yaşadığımız dairenin
içindeki bisiklet turlarım, Agop Usta’nın yoğurtlu kebabı, Beyrut’taki ev,
tatillerde geldiğimiz ve sonra temelli yaşadığımız Emirgan’daki köşkün bahçesi,
yüksek tavanları ve üzerindeki işlemeler, zeytinyağlı yemeklere şeker konduğunu
gördüğüm zaman yaşadığım şaşkınlık, sabah uyanınca gördüğüm muhteşem boğaz
manzarası, içinde kaybolacağımız kadar büyük meyve ağacı ve çiçek dolu bahçe,
bahçedeki sohbet ve müzik geceleri, sonra taşındığımız apartman dairesinde
başkalarıyla yaşamayı öğrenmek, Robert Kolej’in hayatıma kattıkları, sonra
İngiltere. üniversite hayatı, yurt odam, içinden dere akan kampüs, üniversite
hayatı sonrası Etiler ve sonra hep Etiler. Sema Deniz Apartmanı’nda yaşamanın
keyfi, bahçesinin güzelliği ve son durak olarak 35 yıldır yaşadığım şimdiki
evimiz. Ali ile döşediğimiz, bizim olan yuva.
Hangisini anlatayım ki? Arada atladıklarım cabası. Hepsinin
rengi ayrı, kokusu ayrı, hatırlattığı tadlar ayrı. Bütün bunları yazınca geçen
60 yılın ne kadar zengin olduğunu fark ettim. Hep önüme bakarken geçmişi
unutmuş buluverdim kendimi.
Bana neler kattıklarına baktım. Yine sayfalar dolar. Ancak en önemlisi adapte olma
sürecinde beni sıcacık sarıp sarmalamış anılar ve onlara eşlik eden duygular
geliyor gözümün önüne. Ayrıca, yeni gelene eşlik eden bilinmeyeni daha iyi
yönetebilmek için neye ihtiyacım olduğunu her seferinde düşünüp ayakta sağlam durma
becerimi geliştirmişim. Daha güçlü kılmış beni o değişiklikler.
Bilinmezden
korkmayı bırakmışım geride (hala sevmem ya). Başka insanlara yerlere bağımlı
yaşamayı.
Bütün bunları
yaşarken yanımda hep ailem vardı. Kardeşim kadar sevdiğim, sonraki yıllarda
dostum olmuş arkadaşlarım ve kendime ayırdığım, en güvendiğim arkadaşım Yusra
ile geçirdiğim zamanlar var.
7 Şubat 2019 Perşembe
Adımın Hikayesi
Adım Yüsra.
Aslında Yusra ancak herkes böyle yazıyor. 40 yıl kadar direndim. Sonra bir gün
baktım ki ben de Yüsra diye yazmaya başlamışım 😊 .
Hep adımla yaşadım. 25 yaşındayken aslında hayatı kolaylaştıran bir anlamı
olduğunu idrak ettim. O günden sonra benim en büyük güvencem oldu.
Yüsra Arapça bir
sıfat. ‘Sıkıntıdan sonra gelen ferah’ demişlerdi küçükken anlamını sorduğumda.
Dönüp hayatıma baktığımda da gerçekten her sıkıntıdan sonra (ki kallavi
sıkıntılarım oldu) boğulmayıp derin soluk alarak, yolumu çizerek, yeni
deneyimlerle donanmış, seçimimi yapmış olarak devam ettim yaşama.
Adımı dedem
seçmiş. Daha doğrusu ilk torunu doğacağı zaman kız olursa diye iki isim seçmiş
ve baba olmaya hazırlanan dayıma vermiş. Youmne ve Yusra. Kuzenim doğunca (Bir
kız 😊 ) dayım ve yengem Youmne adını seçmişler.
Sonra doğan ilk kız benmişim ailede. Annem fırsatı değerlendirmiş ve Yusra
adını kapmış.
Anlamının
hayatımı nasıl etkilediğine gelince. Yaşamım, hem özel, hem iş, bazen aktı,
bazen tıkandı. Bana hep kola şişesini hatırlattı. Alt kısmı tombul. Sıkıntılar
alta doldu doldu durdu. Ağzına doğru daralan şişede sıkışıklık başladı. Sonra o
darlıktan çıkmak için çaba harcadığım için mi, yoksa doğal olarak mı bilmem,
hep çözüldü. Bazen yavaş yavaş, bazen birden.
Belki de adımın etkisiyle o ferahlık için uğraşmak, mücadele etmek bana
hep doğal olan, olabilecek tek davranış tarzı gibi geldi. Başka türlüsünü hiç
düşünmedim ki. Başka türlü davranılabileceği, o ferahlık için uğraşmadan
yaşanabileceği hiç aklıma gelmedi ki. Sonunda ferahlık varsa nasıl olur da ben
oraya varmak için gayret göstermem, savaşmam? Yazarken bile o şaşkınlık duygusu
geliyor yine.
Adımı hep çok
sevdim. Bu nedenle çocuklarıma isim seçerken sevecekleri, anlamı onları
yormayacak isimler seçmeye özen gösterdim.
Soyadım ayrı
hikaye. Arapça. Ben 8 yaşındayken İstanbul’a taşındığımızda nüfus kağıdı için
nasıl yazılacağını konuşurken ben en doğru ’Hüneydi’ olarak duyulduğunu
söyledim. Türkiye’deki resmi soyadımız o oldu. Şimdi bakıyorum baba tarafı
kuzenlerim başka başka yazıyorlar. Onların yazdıkları haliyle Arapça söylenişine
çok yakın, ancak artık çok geç.
Evlendiğimde iki
soyadı alabilmek henüz mümkün değildi. Yeni soyadımı çok sevdim. Severek,
gururla kullanıyorum. Ancak eskisinden de vazgeçmek hiç istemedim. İmzama, adım
ve soyadımın arasına ‘h’ harfini konduruverdim. Beni mutlu etti. Her imzada ‘h’
harfini yazarken keyifle gülümserim.
Yeni soyadım,
üzerine yeni bir hayat yazacağım yeni bir sayfa gibi geldi. Sayfa yeni, ancak soyadının
hikayesi var. Gurur veren bir hikaye. ‘Soyak’ olmayı çok sevdim. Yeni ailemi
çok sevdim. O kadar onlardan biri gibi hissediyordum ki, sanki onlara doğmuşum
gibi soyadını almak doğal geldi. İçine doğmadığım aileme duyduğum sevgiyi
hatıtlatıyor bana 35 yıllık ‘yeni’ soyadım.
İşte adımın
hikayesi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)