27 Aralık 2012 Perşembe

Günün Düşündürdükleri 27.12.2012

Sona, Fenerbahçeli Çocuğun Annesi

Onu, daha adını bilmeden "sınıftaki tek Fenerbahçeli çocuğun annesi" olarak tanıdım. 2002 yılı 2. dönem veli toplantısında, sağ tarafımda oturan sakin bir veli idi benim için. Yüzünde hafif bir gülümseme ile öğretmenin anlattıklarını ve diğer velilerin paylaşımlarını takip etmişti. 24 kişilik sınıfta oğlu Deniz hariç tüm öğrenciler Galatasaray'lıydı. 6 yaşındaki bir çocuğu inandığı şey için sağlam durmayı öğrenirken yanında yer alan bir anneydi.

Yıllar sonra, Ekim 2007'de Genel Müdür Asistanlığı için görüşmeler yaparken ofisimden içeri girdi. İşte o gün başlayan dostluk, Pazartesi günü fiziksel olarak bitti.

Hayatın deneyimlerini damıtmış bir insandı. Yorgunluklarını yaşasa da deneyimlerin altında ezilmeden, hep öğrenerek yaşadı. Onu zorlayan, canını acıtan deneyimlerini paylaşırken dahi onların yaşam sepetine kattığı öğretileri de hep ekledi.

3 yıl birlikte çalıştık. Kahkahasını da hatırlıyorum, kızgınlığını da, korkularını nasıl yaşadığını da. En büyük endişesi hastalığının tekrar nüksetmesiydi. 3 ayda bir gittiği kontroller öncesi endişesi bakışlarına ve sesine yansır, sonuçlar temiz çıkınca kahkahası yine duyulurdu. Yaşamla ilgili gözlemleri  bu dönemlerde farklı dil bulurdu. Kontroller öncesi olumsuzluklar, yorgunluklar cümlelerinde daha çok yer alırken, temiz raporlar sonrası olumlu, damıtılmış bilgi dolu, eğlenceli sohbetlere döner, hayatın artı yönlerini, şükrettiklerini ön plana çıkarırdı.

Ben işten ayrılsam da dostluğumuz sonrasında devam etti.  Yılda 1-2 kez yenen yemekler belleğimde keyifli bir tad olarak yer alırken, bugün keyif yerine buruk bir tad bırakıyor. O yemeklerden fotoğraflar gözümün önüne sürekli geliyor.

Dün onu son yolculuğuna uğurlamak zor, ama sohbeti tadında bir deneyimdi. Onu bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsü bir yanda, ne kadar sevildiğini görmenin mutluluğu diğer yanda.

Dostluğunu benimle paylaştığın, kahkahalarına ortak ettiğin için teşekkür ederim Sona'cığım. Mekanın Cennet olsun.

2 Kasım 2012 Cuma


Bu tüm dostlarıma bir teşekkür yazısıdır.

Uzun zamandır pencerem kapalı. Bir şey yazasım yok. Bilgisayarın başına oturasım yok. Duygularımla yüzleşesim yok. Tanımadığım, bilmediğim, başkalarında görünce hiç sevmediğim bir şikayet ruh halinde bir süredir yaşıyordum. Neden, niçin bilinmez, ama 5 aydır böyle.

 Bugün kelimeler dökülmeye başladı. Ve gönlümden bu teşekkürü paylaşmak geçti.  Ağzımı bıçak açmazken benimle yaşamlarını paylaşanlar, bana nefes alıp, kendimle kalmak için alan açanlar, ruhumu besleyenler, beni bu sevimsiz halimle sarıp sarmalayanlar. Sağolun. İyi ki varsınız. İyi ki dostumsunuz.

Ve Aslı’cığım, bugünkü yazın ruhumu hafifleten son damla oldu. Kalemine sağlık.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Günün Düşündürdükleri 09.06.2012


    Oğlum üniversite diplomasını aldı. 1 haftadır, yanımda bir adamla dolaşıyorum. Büyümüş, hayatının iplerini eline almaya hazır bir adam. İçim başka türlü kabarıyor, sonra boğazım düğümleniyor. Durup durup sarılıyorum. Aldığı yolu düşündükçe içimden kahkahalar atmak geliyor. İçim mutlulukla doluyor.

Bir zamanlar bu resimdeki gibiydi. Adı tombul yanak, hep böyle neşeli, biraz çekingen. Bu resim yuvada olduğu yıllarda çekilmiş.
Sonra okula başladı. Ok keyifli Yüzyıl Işıl yılları.  İlkokul resminde yanaklar gitmiş. Ciddi, küçük adam bakışlı. Kerem’le oynayan Zeynep Pamuk’un deyişi ile “ Kerem bir centilmen”.

Hem iyi bir öğrenci oldu, hemde sporun tadını çıkardı, çok keyifli arkadaşları oldu, dostluklar edindi. Enka onun mekanı oldu.

Sonra ver elini Avusturuya Lisesi. 125. Yıl mezunu, okulun bahçede oturma eylemi yapan sınıfı.  Hazırlık sınıfında anneannesine “girdik artık, bitirmek zorundayız” dediği, can dostlar edindiği okulu.


Herzaman sevgi dolu bir oğul ve abi oldu.
 


Tombul yanak bugün elinde diploması ile hayata hazır bir adam.

Canım oğlum, bize yaşattığın tüm mutluluklar için teşekkür ederim.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Günün Düşündürdükleri 30 Mayıs 2012


Kişisel gelişim bence insanın kendisi ile tanışma yolculuğudur. Yola çıkarsınız ve sonsuz bir keşif yolculuğu olduğunu görürsünüz. Her eğitim bir durak, her durak ayrı bir tad. Her durakta bir farkındalık kazanırsınız, bakarsınız ki hayatınızda yolunuzu aydınlatacak bir ışık daha yakmışsınız. Yol ilerledikçe ışıklar spot etkisi yapmaya, sizde ışık yoğunluğunda daha fazla haz almaya başlarsınız. Her birinden “bir eğitim aldım hayatım kolaylaştı” diye haykırarak çıkma arzusunu zor yönetirsiniz. Hoşgeldiniz JJJ

Yine böyle bir eğitim deneyimi yaşadım. Kendimle daha çok tanıştım. Kendimi daha çok sevdim. Yine güvenilir dostlar edindim. Yusra’yı spot ışığında gördüm ve “bu eğitime gelerek kendime büyük bir iyilik etmişim” dedim.  Anlatmam, paylaşmam gerek. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum. O kadar çok şey yazmak istiyorum ki. Deneyimin yalınlığı ve yoğunluğundan söz etmek, bana tuttuğu ışığı, yaşamıma kattığı yalınlığı paylaşmak ve bunu hakkıyla yapmak istiyorum. (İşte bunu daha önceden tanıdığım mükemmeliyetçi Yusra söyledi J )

Adı Voice Dialogue. Hepimiz, kafamızın içinde durmadan konuşan sesleri tanırız. Birini ençok severiz, en çok onu duyarız, diğerlerini sustururuz, saklarız. Biz bunu yaparız da onların bir kısmı konuşmaya çalışır, bir kısmı pes eder, susar. İşte eğitim onların hepsi ile tanışmayı gerçekleştirebildiğiniz bir kurgu ile onları susturmak yerine, bize ne anlatmaya çalıştıklarını duymamızı sağlıyor.  O ses karmaşasında yaşamaya devam etmenin yolculuğumuzu nasıl etkilediğini farkettim. O farklı sesleri susturmaktan vazgeçince hepsinin benim için orada olduğunu, susturmak için çabalamazsam onlarında illaki konuşmak için debelenmediklerini veya farkettirmeden hayatımı yönetmeye çalışmadıklarını gördüm.  Onları çok sevdim de.  Susturmaz, daha çok tanışırsam beni yönetmek değil yanımda olmaktan keyif alacaklarını anladım.

Çok paylaştım. Herkes çok paylaştı. Ve ehil ellerde bu yolculukların ne kadar çok katkısı olduğunu bir kez daha deneyimledim. Robert Stamboliev’i çok sevdim. Tarzı ve yaklaşımı ile kolaylaştırdı. Hayal ortağım Özlem Sarıoğlu’nun teşekkürü daha büyük. Yüreğini koydu bu işe, hepimize o alanı açtı. Kendi Voice Dialogue deneyimi ile sürecimizin akmasını sağladı. Tanıdığım bütün iç seslerim ile sana kocaman bir teşekkür Özlem’ciğim. Sağolasın.

26 Nisan 2012 Perşembe

Günün Düşündürdükleri 26.04.2012


Bugün dopdolu birgündü. Dolu başladı, dolu bitti. Dostlukla başladı, dostlukla bitti.

Akşam  Yürekli Sohbetler Çemberi 3. kez toplandı. Yine yaşamımızdan hikayeler, yine yaşama olan güven ile ayrıldım.  En çok etkilendiğim farkındalık herkesin ne kadar aynı şeyleri yaşadığı idi. Benzer, neredeyse aynı şeyleri yaşayıp, farklı şekillerde o deneyimlerden geçmek. Hikayeleri duyduğumda onun için yüreğime dokunduğunu anladım. Geçmişimde benzer bir tad yakalayınca, o hikayeyi içime alıyorum, yüreğime yerleştiriyorum.  Yoksa zihnimde yerini buluyor.

Bu akşam benimde hikayem vardı. Tacettin ve Yıldız’ın hikayesi. Anlatırken bana niçin dokunduğunun ipuçlarını yakaladım. Bankadaki gişe memurunun Tacettin’in endişesini hiçe saymasını, kendisinden daha zor durumda olan bir insana yardımcı olmaması, bilinmezin içinde kalmanın Tacettin’i ne kadar korkuttuğunu görmemesi bana çok dokunmuş. Bunları deneyimleyince “insanlık için yapılması gereken çok şey var” duygusu bütün gücüyle geri geldi (zaten bu aralar hiç gitmiyor ki, hep yanıbaşımda). İnsanlığı hatırlatmak, tekrar deneyimletmek, biraz çabayla hem kendi hemde başkalarının hayatının kolaylaştığını anlatmak. “Bulanık suyun içindeki süslü balık” konumundan başka varolma biçimleride olduğunu, o yaşam biçimlerininde insana ait olduğunu, insanın zavallı olmadığını, güçlü olduğunu anlatmak gerek. Herkesin bu konuda elini taşın altına koyması, 3-5 kişiye dokunması ne büyük etki yaratır.

Konuşulanlar arasında beni en çok etkileyen şeylerden biri çoğumuzun bize dayatılan doğruları  sorgulamaya başlaması. Artık gazete okumayan yalnız ben değilmişim. Yazılanın doğruluğuna güvenmiyorum ki. Güvenmediğim bilgiyi almak için ayrılan zamana çok acıyorum. Ama o kadar çok insan soru sormadan, ne söylenirse hap gibi yutmaya kurgulanmış ki, bunu görmek çok içimi acıtıyor.

Bu dolulukla çıktım ve İstiklal Caddesi’nin kalabalığına karıştşm. Her adımı farklı dokundu. Bir yandan müzik çalıyor, diğer yandan et kokuyor. İnsanlar her yönden, her yöne yürüyor. Renkli, kalabalık, yorucu, eğlenceli, iştah açan, iştah kapatan, binlerce duygu ve tepkiyi barındıran bir cadde. Oturup etrafı seyredesim geldi. Cadde yerine metronun sakinliğine sığınıp bu yazıyı yazdım J

10 Nisan 2012 Salı

Günün Düşündürdükleri 10.04.2012

Bugün, doyurucu, kakaolu kek tadında bir gün geçirdim. Koçluk yaptığım ilk danışanımın kariyer değişikliği sonucunu onunla birlikte deneyimledim.

Hikayemiz sanırım 1997 yılında başladı. Canan Alimdar o zamanlar Yapı Kredi Sigorta’da çalışıyordu. JTI olarak sağlık sigortamızı o yıl Yapı Kredi Sigorta’ya taşımıştık. İşte Canan ile tanışıklığımız ve işbirliğimiz o dönemde başladı. Ben genellikle sigortacılar ile pek anlaşamazdım. Anlamadığım şeyleri, çok hızlı ve anlaşılmaz anlatırlar diye bir kalıp vardı zihnimde. Canan bu kalıbı kırmamı sağladı. Bilgisine o kadar hakimdi ki, hep karşısındakinin algılayabileceği yalınlıkta aktaradı. Amacı her zaman müşterisinin aklında soru işareti kalmaması ve güvende hissetmesiydi.  Çok çalışkan ve disiplinliydi de. Bu özellikleri ona olan güvenimi ve saygımı çok arttırmıştı. Çok sancılı olabilecek olan sigorta şirketi değiştirme sürecimiz onun proje yönetimi ile hiç bir zorluk çekmeden yaşandı.

Gel zaman git zaman ikimizde kariyer yolculuğumuzu farklılaştırmaya karar verdik.  Birlikte çalışmadığımız zaman dahi, beni objektif bir kulakla dinleyebileceğine olan güvenle bağlantımız hiç kopmadı. İşbirliği olarak başlayan ilişki dostluğa ve desteğe dönüştü.  Hikayenin heyecan veren bölümüne şimdi geliyorum. Koçluk eğitimlerini aldıktan sonra Canan ilk danışanım oldu. Sigorta sektöründen ayrılmaya karar verdiği ve yaşamına yön verme arayışına girdiği bir dönemdi.  Etiler Starbucks’ta 6 ay boyunca her hafta çalıştık. Bu süreçte Canan hayat amacını ve kariyer hedefini netleştirdi.  İçindeki sanatçı başını kaldırdı ve canlanmak istediğini söyledi. Canan’ın takı tasarımı yolculuğu böylece başlamış oldu. Resim dersi aldı.  Kapalıçarşı’da bir atölyede dökümü, kaynağı, cilayı, mıhlamayı öğrendi;  prova yaptı.

                                                                                                                  
Bugün gurur duyduğum bir dost ve danışan olarak hayatımda yer alıyor. İnsan olarak kendisine, duygularına sahip çıkan Canan sigortacılıktaki disiplin ve çalıışkanlığını takı tasarım işine de taşıdı. 2009 yılında başlayan  kişisel sergileri devam ediyor. Ruhunu yansıtan temelarla çalışıyor. Kişiliğinin zenginliği, kültürel birikimi koleksiyonlarına yansıyor.  Logosu kuşlar. Onların bağımsızlığı bu yola baş koymasının ardındaki ruh halini yansıtıyor.

Bugün onu Kapalıçarşı’daki atölyesinde ziyaret ettim. Hayalindeki mekanı yaratmış. Atölyeyi yaşayan, müşterilerin geleceği bir alan olarak yaşatmaya kararlı. Eserlerine dokundum, kulağıma, boynuma taktım. Hayaline sahip çıkan bir hava soludum onunla birlikte. Koleksiyonlarının hikayesini tekrar tekrar anlattırdım. Ve yürek konan bir kariyerde sabırla, adım adım ilerlemenin, uğruna emek harcamanın insanı nasıl büyüttüğünü, büyümenin verdiği güvenle insanın kendisi ile tanışmaya daha da gönüllü olduğunu gördüm.  Yeni sergisi için eserleri üzerinde çalışırken bende dostumu gururla izledim.

Bugünün dersi:  hayaline sahip çık, inandığın yolda emek harca, sabırlı ol, kendini hep geliştir ve kariyerini zevk aldığın, keyif aldığın bir alanda da geliştirebileceğini fark et. Bunların hepsini Canan Alimdar başardı. Sizde başarabilirsiniz.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Günün Düşündürdükleri 09.04.2012

Okuduklarımın bende tetiklediği duyguları, anıları, düşünceleri tüm yoğunluğuyla aktarmak istemenin heyecanı ve isteği ile Etiler Starbucks’ta oturmuş, bu yoğun enerjiyi kontrol etmeye çalışıyorum.

Bugünü, hazırlamak istediğim bir eğitim için kitap okumaya ayırdım. Bu nedenle bilgisayarımı yanıma almadım. Ancak içimde kıpırdanan duyguları paylaşmak isteği o kadar yoğunduki, not almaya, duygularımı kağıda dökmeye karar verdim.

Bu isteği hissettiğimde paylaşmamak beni çok zorluyor.  Sanırım blogumu onun için kullanıyorum. Birisine telefon etsem, belki ihtiyacı olmayan bir anda, ihtiyacı olmayan bir enerjiyi veya konuyu aktarıyor ve direnmesine neden oluyor olacağım. Yazdığım zaman ben ihtiyacımı gideriyorum, heyecanım  sakinleşiyor. İlgilenenler istedikleri zamanda, istedikleri kadar benim heyecanımla bağlantı kurabiliyorlar.

Kitapta, duyguları adlandırma ve ifade etmekte insanların zorlandığı ile ilgili bir cümlenin altını çizerken buldum kendimi.  Özellikle çalışma hayatında yer alan kişilerde  ne kadar çok gördüğüm bir özellik. Sanki duygularımızı tanırsak, adını yüksek sesle koyarsak, duygu sahibi olduğumuzu itiraf edersek gücümüz azalacakmış gibi. Benim deneyimim, duygularımı adlandırmamın gücümü arttırdığı yönünde oldu. Tanıdığım ve adını koyduğum herşeyi çok daha kolay yönetebildim. Bunu yüksek sesle, yorumsuz paylaştığım zaman kullanılabileceği dozu da  kendimin belirlemiş olduğumu, zaten ancak kaldırabileceğim kadarını dile getirdiğimi gördüm. Ayrıca karşımdakinin de  yüreğine dokunduğunu ve etki yarattığını farkettim.

Başka bir gözlemim de, duyguları ile temas etmeyen kişilerle birlikte yaşayanlar, onlarla etkileşim halinde olanlar, duyguları ile temas halinde olmayanlardan çok daha fazla zorlanıyorlar.  Sanki sis bulutunun içinde yaşıyorlar. Karşılarındaki, yüzleşemediği, ancak hayatını etkileyen duyguların dokunuşları ile bir davranış sergiliyor. Bu davranışların etrafa çok anlamsız geldiği ve çok kişisel  algılandığı anlar sonsuz. Eşlik eden duyguyu paylaşsalar, etraflarındakiler kişisel almayacak, insanlar anlamlandıramadıkları davranışlara karşı kendilerini koruma altına almak için çaba harcamayacak, direnmeyecek, benzeri birçok davranışı hasarsız yönetebilecek. Hayat ne kadar kolaylaşır o zaman, düşünsenize.  Daha az sisin içinde yaşam, daha az varsayım, anlamak için daha az çaba. Çok daha kolay nefes almak. (Şimdi farkettim ki böyle durumlarda ben derin nefes alamıyorum)


Şimdi bankaya geldim, sıramı beklerken insan psikolojisi ile ilgili nasıl algılamam gerektiğine karar veremediğim bir cümle duydum. Gişe işlemleri için sıra numarası almış olan bir hanım, sırası çabuk geldiği ve her zamanki gibi beklemek  zorunda kalmadığı için şöyle bir ifade kullandı: “ İşimiz çabuk bitti. Herzaman çok beklerim ama hadi neyse”. Ne hissetti algılayamadım. Benim için o kadar çok çelişki içeren bir ifade ki. Memnun mu kaldı? Sırası hızlı geldiği için endişe mi duydu? Alıştığı şekilde sıra bekleyerek zaman kaybetmediği için homurdanma hakkının elinden alınmasına mı kızdı? “Çok şükür bugün bankadaki gişe işlemim , hızlı bitti” deyip bir sonraki işe niye geçemediğini çok merak ettim.

31 Mart 2012 Cumartesi

Günün Düşündürdükleri 31.03.2012

Karunesh dinleyerek oturmak, benim için paha biçilmez bir deneyim oluyor herzaman. Ama içimden geçenler ne Karunesh, ne etkileri. Geçen hafta katıldığım bir eğitimin sonrasında günlük hayata dönerken, o şu anda yalnız  eşsiz bir araç görevini yerine getiriyor.
Hikaye 2011 yılında Eylül ayında başladı.  Ece ile geleneksel doğum günü yemeğimi yerken söz döndü dolaştı ve CTI’ın Leadership eğitimine geldi. Çok katılmak istediğim bir deneyimdi. Türkiye’de yapılacağı ile ilgili bir mail aldığını paylaştı Ece. Birlikte katılabileceğimize karar verdik.
“Kaderimde bu da varmış” dediğim bir süreç başladı bundan sonra.  Ece’nin sözünü ettiği eğitim meğerse “LeaderImpact” imiş.  Önce tarihler uymadı.  Souzan günleri değiştirdi.  O an aslında katılacak param yoktu.  Hiç beklemediğim bir yerden para geldi.  Ve geçen hafta, bu 3 aylık deneyim resmi olarak sona erdi. Ben biraz daha büyümüş, çok daha fazla kendimle tanışmış, hayatıma dahil etmekten çok mutlu olduğum insanlarla yoldaşlık yapmış, yorgun ve mutlu olarak sürecin bu kısmını bitirdim. Ancak öyle bir kapıdan geçtim ki dönüşü yok. Artık bilgimi, deneyimimi dünyayla paylaşmamak gibi bir hakkım olmadığını bilerek, yaşamıma sahip çıkmanın gücünü hissederek ve “daha gidilecek yol meğer sonsuzmuş, hiç varılmıyormuş, yaşam sadece ve sadece bir yolculukmuş” gerçeğini tekrar hatırlayarak ve iliklerime kadar hissederek oturuyorum. Karunesh bütün bunları hazmetmeme yardımcı oluyor.
Sınırlarım biraz daha genişledi. Cesaretim çok daha fazla arttı. Yolum biraz daha belirginleşti. Hayallerim canlanmaya başladı. Kaderin bize aslında hep en iyiyi hazırladığına bir kez daha inandım. Üstelik bu katılan herkes için aynen böyle oldu.  Evrenin beni sevdiğine bir kez daha inandım.  Zorlandım ama beni büyütecek ve hazmedebileceğim kadar. Hep saklandığım deneyimler karşıma çıktı yine ve ben bu sefer kaçmadım. Bunun verdiği hafifliği anlatamam. Şükrettim bana el veren cesur  insanların varlığına. Yanımda olmalarına ve desteklerini cömertçe paylaşmalarına.  Aslında cesaretle yaklaştığında herşeyin ne kadar daha kolay olduğunu bana hatırlatmalarına.
Bazı insanların hayatınızda yer almasının nasıl bir kazanç olduğunu zaman geçtikçe anlarsınız. İşte o insanlardan hayatıma kattım. Hepsinin yeri ayrı, hepsi ayrı kıymetli. Ama eğitimi bize deneyimleten kişileri ayrı tutmak zorunda hissediyorum. Onların yaptıkları işe olan inançları, cömertlikleri, bilgelikleri ve tevazuları paha biçilmez.
LeaderImpact’i oluşturduğu için Okokon’un yeri ayrı. Hayal edip onu Türkiye’ye getirdiği için Souzan’ın yeri apayrı.  Teşekkür ederim. İyiki hayatımdasınız. 

25 Mart 2012 Pazar

Günün Düşündürdükleri 25.03.2012

Havalar ısınınca, balkonumdaki hayatım aklıma düştü. Doğal olarak bahar temizliğim geldi. Bütün kış boyunca depoya dönen balkonu tekrar özel yaşam alanım, açık hava odam haline getirme arzum depreşti.

İlk niyetlendiğim adım, her dergiyi teker teker inceleyerek içinden ilgimi çekenleri ayırmak idi. Ancak çok gitmeden bir hazine ile karşılaştım.  2007’den bir kesit. Ajanda olarak hediye edilen bir defter, not defter olarak kullanmaya karar vermişim. Hazine niteliğinde anılar içinde. 27.03.2007 tarihinde yazdığım niyetler. Onları okuyunca çok çok mutlu oldum. %80’nini gerçekleştirmişim. Artık onları sürekli yaşıyorum.  Bunu farketmek, yazarak niyeti ortaya koymanın zihni belli olaylara nasıl odakladığını bana bir kez daha kanıtladı.  Yazınca niyet bir duygu, bir temenni olmaktan çıkıyor, zihnin gerçekleştirmek için devreye aldığı bir olgu haline geliyor.

Bir kaç sayfa sonra aynı yıl Nisan ayında katıldığım, çok keyif aldığım bir eğitimin notlarına rastladım. Beni o keyifli bahar haftasonuna geri götürdü.  İçim çok mutlu oldu. Çünkü ne kadar çok yol aldığımı farklı bir gözle görebildim.  Bir kez daha hiç bir şeyin mutlak olmadığını, fotoğrafların arkasının çok farklı olabileceğini, hatta genellikle çok farklı olduğunu hatırlatacak cümlelerime rastladım.  Oradaki bir çalışmanın hayalimdeki  eğitimde kullanılabileceğini farkettim. Bu beni ayrıca heyecanlandırdı.

Biraz arkasından o yıl yapılan IK Konferansı notları. Sosyal sorumluluk ilk o yıl notlarım arasına girmiş. En severek izlediğim konuşmacılardan Fernando Bartolome’yi ilk o yıl dinlemişim. Ve iş/yaşam dengesi konusu ile ilk o yıl tanışmışım .  Adını yazmadığım bir konuşmacı şirketlerin damar tıkanıklığı ile ilgili bir konuşma yapmış. Notlara bayıldım. Kim olduğunu bulabilsem.  Sonrada çok sevdiğim bir arkadaşımın “Özgün Liderlik” başlıklı konuşmasının notları. Ne keyifle dinliyorum sevgili Serdar her konuşmanı. Her seferinde bilginin derinliğine ve kendinle olan dürüst sohbetine hayran kalıyorum.

Sonra keyif bitiverdi.  L

19 Mart 2012 Pazartesi

Günün Düşündürdükleri 19.03.2012

Ben okuldayken annem hep hangi kitapları okuduğumuzu merak eder, ben bitirince alır, okur ve hep bundan ne kadar büyük bir keyif aldığını söylerdi.

Aynı süreci bende çocuklarımla yaşıyorum.  Hikaye hep onlara destek olmak niyetiyle başlıyor. Bittiğinde, aldığım keyife bakıp kendim için yaptığımı itiraf ediyorum. Bu hikaye sonucunda Küçük Prens’i 3 kez okudum. Her seferinde ayrı bir farkındalık yaşattı.

Kerem’le 8. Sınıfta Fareler ve İnsanlar maceramız oldu. Sınavlara hazırlanırken kitabı bütün kalınlığı ile okutmaya kıyamadım. 80 sayfalık İngilizce özetini okudu. O özet üzerinden giderken neredeyse satır satır anlattım. Böylece Türkçe’sini hatmetmiş oldu. J

Şimdi aynı hikayeleri Rana ile keyifle yaşıyorum.  Biliyorum ona yardım etmek niyeti ile başlıyor süreç.  Ancak geçen gün “bundan sonra hangi kitabı okuyacağım?” diye ona soru sorarken duydum kendimi. J İşte o zaman bu keyfi kendim için yaşadığımı farkettim.

Çocuklarım beni hep bugünde tuttular. Güncel müziği onların zevki doğrultusunda dinledim.  Yaşamlarında hangi noktada duruyorlar, ne hissediyorlar, ne düşünüyorlar? Hep bu kitapları paylaşma anlarında dile geldi.  Ayrıca zihnim, yüreğim hala büyürken, ben zamanda asılı kalabiliyormuşum duygum hep bu paylaşımlar ile beslendi. O anda anneleri olmaktan çıktım, eşit kabul gören bir insan oldum onlar için. Bu nedenle o anların hazzı paha biçilmez.

Şimdi iş  boyut değiştirdi. Artık arkadaşları ile de bu iletişimleri kurabiliyorum. İşte bu benim için Nirvana.

Not: Bu yaşta Kafka okumak çok zevkli. Film seyreder gibi okudum.

15 Mart 2012 Perşembe

Günün Düşündürdükleri 15.03.2012

Bugün 15 Mart 2012. 15 Mart Tarihini yazdığım anda aklıma 2 cümle düşüverdi. Çocukluğumdan beri taşıdığım, birbiriyle ilgisiz iki cümle.

Bugün 15 Mart .... Demirbank hayırlı günler diler  ve Beware the ides of March.

Demirbank hayırlı günler diler” çocukluğumun, gençliğimin günüm başlıyor cümlesiydi. Okula hazırlanırken, servise yetişmeye çalışırken, hafta sonu sabah radyo açıkken, haberlerden önce bunu duymak  benim için herşey yolunda gidiyor demekti. Hayatın hızı normal, sevdiklerim yerinde, bildiklerim yerli yerinde, herkes üzerine düşeni yapıyor, Demirbank  günümün iyi geçmesi dileğinde bulunuyor.  Eh tamam gerisini biz yapabiliriz diye hissederdim. Sonra 1 gece Demirbank kalmadı.  Hayatımda bir sayfa daha geri dönmemek üzere çevrildi; demirbank’ın hayatımdaki önemini o zaman farkettim. Demirbank ve anısı çocuklarıma anlattığımda onlara bir şey ifade etmeyenler  rafına kalktı.

Shakespeare’in Jül Sezar’ını ortaokulda 7. Sınıfta iken okumuştum.  O zamanlar okul kitaplarını bulmak çok zordu. Yabancı kitapları okul getirtirdi. Bazen yetersiz sayıda geldiği için kimi öğrenciler büyük sınıflardan kitaplarını alırlardı. Bende önceki yıl aynı kitabı okumuş olan bir arkadaşımın kitabını almıştım. Yazıya tarih atarken Jül Sezar’a kahinin söylediği cümle aklıma geldi. Beware the ides of March. Kahin Sezar’ı  uyarmıştı. 15 Mart Sezar’ın Brütüs tarafından hançerlendiği gün. Bir dönemin bitip yeni bir dönemin başladığı gün.  Merak ettim. Bugün hangi sayfalar kapanacak, hangi sayfalar açılacak hayatımızda? Bizim farkında olmadan veya olarak yaşadığımız bu değişimler başkalarını nasıl etkileyecek? Kimler hançerlenecek? Kimler kimlere ihanet edecek? İhanetin arkasında nasıl bir ihtiyaç yer alacak? Milyarlarca damla düşecek bugün. Suya düşen damlaların halkaları ne kadar büyüyecek? Islattıkları toprak ne kadar yeşerecek?

Merak ettim, 15 Mart 2012 yaşamımı nasıl etkileyecek?

28 Şubat 2012 Salı

Günün Düşündürdükleri 21.02.2012

Bu yazıyı 21 Şubat 2012 günü yazmışım, ancak yayınlamayı unutmuşum. Şimdi tekrar okudum ve benim için hala geçerli olduğunu görünce paylaşmaya karar verdim.

“Hayatı birşey beklemeden yaşamak”. Bugün danışanımla çalışırkren bu cümle birden aklıma geldi. Bir anda anlamının yaşattığı hafiflik duygusunu hissettim. Beni bulunduğum ana getirdi. Ne dün, ne yarın, şu anda koçluk yaparken aldığım haz, yaşadığım paylaşım, hissettiğim huzur, danışanımın yüzü ve sesi. Yalnız onlar var.

Hem çok zor, hem de çok kolay. Kolay yönünü görüp yaşayabildiğimde, hayat çok hafif, ben güçlü, etraf gerçek. Ancak o kadar şartlanmışız ki geleceğe ve geçmişe endeksli yaşamaya, gözümüzün önündeki gerçeği farketmeden zamanın içinden koşturarak gidiyoruz.  Acı olan bu hızı ve aceleyi “başarı” sanıyoruz. Çabuk hareket etmek, hızlı olmak birer meziyet ancak geniş bir açının içinden bütünü görüp  hızlı hareket etmektir meziyet olan. Yoksa şu anda içinde bulunduğum anı algılamayıp, yarına kilitlenirsem, yarına varmak için bugünü unutursam bu bir engel haline dönüşür. Arabayla, bir yerden başka bir yere giderken yalnızca varacağımız noktayı düşünüp, yolda etrafımızda olanları görmemek gibi. Halbuki köprüyü geçerken Boğaz’a baktığımda bazen o fotoğrafı dondurmak  isteyecek kadar güzel bir manzara ile karşılaşırım. Yolda etrafıma bakmadan gitmek bazen kazalara da sebep olmaz mı? Yürürken takılıp tökezlemek, bazen düşmek  gibi?”

Burada araya birşey girmesine izin vermişim. Anda kalmaktan söz ederken andan kopmuşum. İşte bu da bir kaza......

27 Şubat 2012 Pazartesi

Günün Düşündürdükleri 27.02.2012

Sevdiğin işi yapmanın gücü bu sabah beni yine etkisi altına aldı.

Sabah yağmurun sesini duyarak ve düğmeye basılmış gibi günlük program düşünerek uyandım.  Bir yandan keyifli, yavaş bir uyanış yaşamak isterken bir yandan da zihnimin bana dikte ettirdiği –meli, - malı komutlarını duydum. Yağmur o anda hiç romantik gelmedi, “ben elimde bu kadar eşya ile nasıl sokaklarda dolaşacağım” dedirtti.  Gözümün önüne ıslak ve dağınık bir şekilde toplantılara katılan fotoğraflarım geldi. Enerjim düştükçe düştü. Sevimsiz bir ruh hali anlayacağınız.

Sonra insparkus’a baktım ve yeni bir kullanıcı gördüm.  İçimde nasıl kelebekler uçuştu bir bilseniz. Bir anda yeni hediye almış çocuk gibi hissettim. Yeni bir danışan, yeni bir yolculuk demek. Birisinin daha kendisi ile tanışmasına el vermek demek.  Keşif, heyecan, büyüme demek.  Bana bu hazzı yaşama şansı verdikleri için dostlarıma şükran duydum. Hayalimi yaşamanın hazzını. Bu sisteme güvenen ve insparkus’a üye olan kişilere şükran duydum. Kariyerlerinde ilerlemek için kendileri ile tanışma cesaretini gösterdikleri için. Birlikte çalıştığım ekibe şükran duydum, ekip arkadaşlarına güven ve öğrenme alanı açtıkları için.

Şimdi çayım yanımda, çalışmak ve çay içmenin bileşik hazzı ile ötelediğim herşeyin aslında ne kadar kolay olduğunu düşünerek masanın başına oturdum.

Görüşmek üzere, 

7 Şubat 2012 Salı

Günün Düşündürdükleri 07 Şubat 2012

Dün 13 yürek bir araya geldi. Kimi birbirini tanıyan, kimi tanımayan. Farklı hayaller, farklı enerjiler, farklı geçmişler, farklı korkular. Ortak olan ise sandığımızdan da çok şey vardı. Cesaret. Paylaşmak. Bir tane de olsa deniz yıldızı için fark yaratmak. Herkesten bir küçük fark. Hergün bir küçük fark. Halkalar başlatmak ve yayılacaklarını bilerek yaşamak. Hayatlara dokunmak. Hikayeler dinlemek. Beslenmek.

2 saatin bu kadar hızlı ve dolu geçtiği anlatılsa inanılmaz, ama yaşanır.

Bendeki izdüşümleri neydi diye düşündüğümde, yüreği geniş insanlarla birlikte olmanın hazzını hepimizin ne kadar çok paylaştığı, küçük dalgalar başlatmak istediğim, ama yüreğimin derinliklerinde “keşke birisi alsa ve büyütse” diye düşündüğüm, birçok küçük hayal kurmaktan haz aldığımı farketmem, ama yüreğim en dokunanların zaten peşinde olduğum.

Artık geri dönmek yok.

Yıllardır kurduğum bir hayal vardı. Gençlerle çalışmak, onlara koçluk yapmak. Nasıl başlayacağım, nereden başlayacağım hiç bilemedim. Sadece anlattım hayalimi. Bir gün gözümdeki parıltı görüldü, sesimdeki heyecan duyuldu. Şimdi hayal bile edemeyeceğim bir şekilde içindeyim.  Binlerce gence ulaşabileceğim, çünkü internet üzerinden çalışıyor ve benim hayatına dokunduğum, benden genç, cesur bir çok danışanım oldu. İnsparkus artık hayatımın bir parçası, üniversite öğrencisi veya genç profesyonel danışanlarımda öyle. İçim titreyerek paylaşımlarını bekliyorum J

Hayallerimi yaşamaya başladığım, daha doğrusu buna izin vermeye başladığım zaman yürekteki hayaller kendiliğinden gerçek dünyada yer almak için harekete geçiyorlar. Kasım 2011de başka bir hayal kurmaya başladım. Meğer içimde yıllardır pişermiş de haberim yokmuş.  Kadınları yetkilendirmek, kendilerine nasıl engel olduklarını farketmelerini sağlamak ve ne yönde büyüme ihtiyacı hissediyorlarsa o yolu yürümeye başlamaları için destek olmak. Şimdi bununla ilgili bir eğitim hazırlamaya başladım. İstermişim daha önceden de bu gücü farkettirmek, ama dillendirmeye çok korkarmışım. Benim engelimin korku olduğunu farkettim. “Hayır” “Olmaz” sözlerini duyma korkusu. Yalnız olduğumu sanma korkusu. “Halbuki yardım edin dostlar” dedim. Uzanan eller, bu hayali benimle birlikte tutan kolların sayısını görünce inanamadım. Hiç de yalnız değilmişim.

Hayalleri, hikayeleri paylaşmak, yaşamdan korkmamak, hissetmekten, incinmekten korkmamak meğer ne büyük bir kaynakmış. Hep çevremde beni destekleyen güven çemberlerimden söz ederim.  Elimi uzatacağım, çok yürekli, içimi ısıtan bir çemberdeyim artık. Ve beni çok mutlu ediyor. Sağolasın Arzum.

3 Şubat 2012 Cuma

Günün Düşündürdükleri 03 Şubat 2012

Danışanlarımı seviyorum.

“Koçluk benim mesleğim artık” dediğim günden sonra farklı insanların hayatına dokunma hayalimi, farklı duygular ve kendime ait farkındalıklar eşliğinde yaşamaya başladım.  Ben onların hayatına dokunurken, onlar meğerse benim hayatıma ne çok dokunuyorlarmış, kendimle ilgili birşey daha, sonra başka birşey daha farketmeme ne kadar çok katkıda bulunuyorlarmış.

En büyük farkındalığım ise zihinsel olarak bildiğim ve anlattığım birşeyi duygusal olarak deneyimlemem oldu. Çok disiplinli ve çalışkan bir danışanım, bugün randevusunu unuttu. Gecikmesi üzerine ben arayınca unuttuğunu farketti.  Sesinde mahcubiyetini duydum. Başka bir danışanımın ise geç kalmak ve unutmak gibi bir alışkanlığı vardı. Onun sesinde bu mahcubiyeti hiç duymadım. Halbuki o duyguyu yaşadığını da biliyorum. Ancak hep bu mahcubiyeti saklama çabası harcadı.

Aynı olay, 2 farklı kişi, 2 farklı tavır. Bu birçok örnrekten yalnızca bir tanesi.  Ama farkındalığıma çok uyan bir örnek.  Koçlukta, insanlar ile çalışılan, hayatın bütün diğer alanlarında olduğu gibi, tek bir mutlak farkındalık, mutlak çözüm, doğru yok. Her insan farklı, dolayısı ile aynı olayı, sözü farklı algılıyor, farklı içselleştiriyor, farklı tepki  veriyor.

Peki bu deneyim benim kendimle ilgili neyi farketmeme yol açtı? Benimde algılamam, cevaplarım, sergilediğim tavır farklı olabilir, çünkü her farklı etki, bende farklı bir tepki yaratıyor. Yeter ki o farklılığın içinde dahi tutarlılığımı sergileyebileyim.  Farklı tepki ve tavırların içinde, karşımdakini duyabilme, saygıyı kaybetmemek yer aldığı sürece ben  tutarlıyım, dolayısı ile karşımdaki beni duyuyor.  O zaman da iletişim kopmuyor.
İşte  yine danışanlarım bana yaşamımla ilgili bir şey öğrettiler. Bu karşılıklı iletişim her seferinde heyecandan nefesimi kesiyor, deneyim ve farkındalık sepetime bir mücevher daha atmamı sağlıyor.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Günün Düşündürdükleri 14 Ocak 2012

Hava ağır. İçim ağır. Başlamak ihtiyacı çok fazla. Ama nereden başlayacağımı bilemiyorum. Anlamsız sorular kafamda uçuşuyor. Sorarken ben bile cevap vermek istemiyorum, çünkü soruların tümü şu anda çok anlamsız geliyor.
Dışarıda çok ağır, yağmurlu ve soğuk bir hava, Karacaahmet’te çok zamansız bir cenaze, kafamda çarpışma zahmetine bile katlanmayan, çöreklenmiş görüntüler, hepsinin tetiklediği duygular. “Hayat devam ediyor” cümlesi kafamda dönüp duruyor, yüreğim bağırmak istiyor.
Zamanlı ne? Zamansız ne? Ölümün sırası var mı? Kolayı, zoru var mı? Sormak mı gerek, sormamak mı? 17 yaşındaki bir genç kızın hayatı niye üflenmiş mum gibi bir anda söner? Genç bir anne ve baba niye bu acıyı yaşamak zorunda kalır? İnsan niçin yaşamını paylaştığı kardeşi olmadan devam etmek zorunda bırakılır? Nerede bir şey ters gidiyor ki bu evrende, hepimiz bunlar gibi anlamlı gözüken anlamsız sorular soruyoruz? Biliyorum yaşarken öğreniyoruz da bu kadarına da gerek var mı?
Aslı Nemutlu’nun vefatı için arkadaşlarım söylenecek herşeyi yazmışlar. Benim kendimle konuşmam için 3 gün bu ağırlığı yaşamam gerekiyormuş. Yazılanların hepsini yüreğimde hissettim. Ancak içimdekini en çok ifade eden Pınar’ın paylaşımı oldu: “Seni hiç tanımadan üzüntüm çok derin”.  Nurlar içinde, huzur içinde yat güzel çocuk.  Allah geride kalan seni sevenlere kuvvet versin, sabır versin.

8 Ocak 2012 Pazar

Günün Düşündürdükleri 03.01.2011

Hayat uçlarda yaşanıyor. Hergün bunu hatırlatacak örnekler karşıma çıkıyor. Bir yandan ümit veren, ruhumu besleyen anlar, bir yandan canları yanan canlarım, ciğerlerim. Kenarda durup onları izlemenin gerekliliği ama zorluğu. Bu arada canlarıma “sesinizi duyurmak istediğiniz zaman, nasıl duyulduğunuzu farketmek istediğiniz zaman, duygularınızı / düşüncelerinizi süzgeçten geçirmek istediğiniz zaman buradayım” mesajını vermek ihtiyacım.

Sanırım konum canlarım, ciğerlerim. Nerede dururlarsa dursunlar, bir üst basamağa geçmeleri için, içlerini daha çok tanımaları için, daha güçlenmeleri için onları desteklemek ihtiyacım çok yoğun. Zor olan, herzaman ne yapacağımı bilememek. Bilememek duygusu ile aranırken, kaybolduğumu hissediyorum ve yanlarında yer alamıyorum. Kendi şartlarıma göre temas sağlasam, bazılarının beni duymayacağı endişesi bazen devreye giriyor. Dolayısı ile, bunu okuyan herkese “Bana ihtiyacınız varsa ben buradayım” diyebiliyorum. Bana ihtiyacınız varsa facebook kadar uzağınızdayım. Bir mesaj, bir telefon yeter.
(5 gün önce yazılmış bir yazı)